Kitap:Fasıldan Fasıla 2
Soru: “Din nasihattir.”[1] hadis‑i şerifini, bilhassa günümüz insanına verdiği mesajlar yönüyle izah eder misiniz?
Cevap: Bu bir bakıma “Hac, Arafat’ta vakfedir.”[2] hadis‑i şerifi gibidir. Yani, nasıl vakfesiz hac olmuyorsa, nasihatsiz de din olmaz demektir.
İslâm’da müeyyidat denilen “cihad”, “emr‑i bi’l‑mâruf nehy‑i ani’l‑münker”, İslâm’ın koruyucu zırhı ve surları hükmündedir. Bunlar yapılmadığı zaman, İslâm binasının er veya geç yıkılması mukadderdir. İşte, nasihat, her yönüyle bu surların tamamını ifade etmektedir denebilir.
Nasıl, ihlâsı kazanmak ve korumak için Üstad, en az on beş günde bir İhlâs Risalesi’nin okunmasını tavsiye ediyor;[3] öyle de ferdî ve içtimaî plânda dinin yaşanıp yaşatılması için de nasihate ihtiyaç olduğu bir gerçektir. İnsan için en kestirme ve mânâlı tarif “İnsan, aldanan bir varlıktır.” tarifidir zannediyorum. İnsan, sürekli “kaymalar sath‑ı maili”nde yaşar. Öyle ki dün, İslâm adına en mükemmeli yakalayarak yaşananın, bugüne –biraz olsa da– yine de çok faydası yoktur.
Evet, dün mârifet adına bir ufku yakalamış olabilirsiniz; “Bir adım daha atsaydım, O’na ulaşacaktım.” diyecek ölçüde O’na yaklaşmış sayılabilirsiniz. Fakat bu ufkun, bugüne ait pek fazla faydası olmasa gerek. Öyleyse her gün O’nun yolunda yeni bir gayret, yeni bir ceht gereklidir ki, kendimizi koruyabilelim. Evet, eğer insan, mesela bir mecliste yapılan ikazları üzerine almıyor, söylenenleri kendine söyleniyor gibi algılayıp da, “Benim hiç mârifetullah ve muhabbetullaha kabiliyetim yok mu?” diye kendini yerden yere vurma heyecanını duymuyor.. ve mesela, konuşanın ağzından “o münadî” çıkacağı sırada, daha “müna” kelimesi çıkar çıkmaz bu yine “münafık” diyerek “benden bahsedecek” diye ürpermiyorsa, o insanın kalbi ölü sayılır.. dolayısıyla da bu tür kalblerin ölmemesi için devamlı nasihate ihtiyaç vardır.
Ayrıca insan, sürekli murâkabe hâlinde olmalıdır. Kasemle sizi temin ederim ki, ne zaman bir velinin önüne otursam, içimi görecek diye hep korkmuşumdur. O anda sohbette köpekten bahsedilse, “Acaba âlem‑i misalde benim hâlimi köpek gibi mi gördü de, ondan söz ediyor.” diye titremişimdir. İmam Rabbânî, bedenî yapısı itibarıyla kendisini “merkep” seviyesinde bile görmediğini ifade eder. Üstad, sürekli kendisini yerden yere vurur; “Sen, dine hizmet ediyorum diyorsun, bil ki, ‘Allah, bir racül‑ü facirle de bu dini teyit eder.’[4] Sen kendini işte o racül‑ü fâcir bilmelisin.” der.[5] Gerçi tahdis‑i nimet gereği, Sözler’in güzel olduğunu söyler ama, ardından da Sözler’deki güzelliğin tamamen Allah’a ait olduğunu ilan eder. “Asma çubuğu, üzümleri sahiplenemeyeceği gibi, sen de, sende olan nimet‑i ilâhiyeyi sahiplenemezsin.” der.[6] İşte, şirkten kurtulmak ve kazanma noktasında kaybetme çukuruna düşmemek için bu hususların insanlara hem de sürekli olarak hatırlatılması lazım...
Hadisin devamında, nasihatin Allah ve Resûlü için olduğu buyrulur. Nasihati yapan, Allah için yapmalıdır. Nasihati dinlemeye gelen de Allah için gelmelidir. Hatta kendisini sıfır ve hiç görmelidir. Eğer kendinde bir varlık hissederse, onun nasihatten gerektiği ölçüde yararlanması söz konusu olamaz. Evet, dolu kaplar başka şey kabul edemez.. kaya üzerinde tohum filizlenemez. Kalbler verimli topraklar gibi, zihinler de bomboş telâkki edilmeli ve tam bir tahliye ile arıtılmalıdır ki, nasihatten istifade edilsin. Böyle bir tahliyeyi yapamayan ve kendisini herkesten aşağı görmeyen, hatta nefsini yerden yere vurmayan birine Hazreti İsa da, Hazreti Cebrail de ve Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) de nasihat etse, faydalanması oldukça zordur. Mümkün değildir demiyorum. İbn Abbas, Hazreti Ömer’in hutbe okuyacağını duyduğu zaman, Mekke’de ise 500 km’lik yolu kateder ve bir gün öncesinden gelir minberin önüne otururdu. Evet, insanda nasihate karşı bu iştiyak olmalıdır ki, nasihatten istifade edebilsin.
“Nasihat, Allah içindir.” Allah için yapıldığı için de, nasihatte her şeyden evvel Allah anlatılmalıdır. Zira, eğer Allah tarafından sevilmek istiyorsanız, Allah’ı insanlara sevdirmelisiniz. Sonra, Resûlullah anlatılmalıdır. Evet, O’nu tanıtmak ve sevdirmek bir mü’minin ikinci derecede işi olmalıdır. Nasihat, ayrıca “mü’minler içindir” deniyor ki, onların aydınlatılmaları hedeflenerek yapılmalıdır.
Evet, önem sırasına göre nasihat böyle ele alınmalıdır. Çok işitmişsinizdir. Bir yerde çocuklardan bahsedildiği zaman, bazıları fırsat kollar ve hemen kendi çocuğundan bahsetmek ister. Bunun gibi, her konuşmada, her sohbette, söz imâle edilerek, Allah’a yönlendirilmeli ve O anlatılmalı. Konuşmalarda, mânâsız gülmelere, boş lakırdılara ve mâlâyaniyâta yer verilmemeli.. mü’minin sükûtu tefekkür, konuşması hikmettir. Evet, ahiret adına teminatımız var mı ki, gülüp oynuyoruz!
Kısaca, ayakta kalabilmek, kendimizi koruyabilmek ve üzerimizdeki emanetin hakkını verebilmek için sürekli nasihatle yenilenmeye ihtiyacımız var.