“Nifak” üzerine
Tahmini okuma süresi: 5 dk.
449 defa okundu.

Kitap:Fasıldan Fasıla 2





Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis‑i şeriflerinde: “Münafığın alâmeti üçtür. Konuştuğu zaman yalan söyler, vaad ettiğini yerine getirmez ve emanete ihanet eder.” buyurur.[1]

Münafığı alâmet ve işaretleriyle anlatan pek çok âyet‑i kerime de vardır. Ancak biz burada sadece yukarıdaki hadisi tahlil etmek istiyoruz.

Birincisi: Konuştuğu zaman yalan söyler.

Yalan, bir şeyin, hakikat‑i vücuduna muhalif beyanda bulunma demektir ve dereceleri de oldukça çoktur. Bunlardan bir kısmı açık yalandır. Diyelim ki, önümüzde duran bir kırmızı halı var. Konuşurken “mavi halı serili” demek açıkça bir yalandır. Çünkü söylediğimiz söz vâkıa uygun düşmemiştir. İsterseniz meseleyi biraz daha hassasca ele alabiliriz. Diyelim ki, saat dokuza üç dakika var. O esnada birisi size saatin kaç olduğunu sordu. Siz de “saat dokuz” dediniz, işte bu bir yalandır. İşin doğrusu o esnada saatiniz kaçı gösteriyorsa onu aynen ifade etmektir. Bir kısım beyanlar da vardır ki, onlar da zımnî yalan sayılırlar. Mesela, şahs‑ı mânevîye ait, başkalarının kuvve‑i mâneviyesini takviye adına anlatılan şeyler bazen abartılarak anlatılır; bu bir mübalâğadır ve zımnî yalandır. Hatta bu gibi yalanlar, mübalâğalar gayretullaha dokunabilir, dolayısıyla da o işin bütün bütün bereketini alır götürür. Bundan başka da, ruhlar ve ruhaniler bundan ızdırap duyarlar. Kalbî ve ruhî hayat hazan görmüş gibi yaprak yaprak sararır ve solar. Şimdi, eğer bir insan bu türden bile olsa, yalan söylüyorsa, o insanda münafıklıktan bir alâmet var demektir.

İkincisi: Vaad ettiğinde yerine getirmez.

Buna, söz verip sözünden dönme de diyebiliriz ki, en basit şekliyle randevulaşmalarda gecikmeler buna iyi bir misal teşkil eder. Oysaki, bu türlü durumlarda ihtimaller önceden nazara alınmalı ve söz verilirken mutlaka gecikme payı düşünülerek verilmelidir. Aksine, daha sonraki mazeretleri, eğer olağanüstü bir durum söz konusu değilse, meşru kabul etmek mümkün değildir. Bunu derken hemen hatırıma Mehmet Âkif’e ait bir anekdotun geldiğini kaydetmek istiyorum: Meşhurdur, Merhum Âkif, Fatin Hoca’yla randevulaşır. Fakat Fatin Hoca, söz verdiği vakitte oraya gelemez. Bunun üzerine Âkif geri döner ve altı ay kadar Fatin Hoca’yla görüşmez.[2]

Vaadinde durmamak adına yukarıda söylediğimiz hususlar, “hulfü’l‑vaad”in minimumu sayılır. Şimdi, bu minimum noktadan alıp işi kademe kademe daha ileri safhalara götürebiliriz ki, bunların hepsi birer hulfü’l‑vaaddir ve münafık alâmetlerindendir.

Üçüncüsü: Emanete ihanet eder.

Bu meseleyi, sadece kendisine tevdi edilen bir maddeyi koruyamama veya ona kasıtlı ihanette bulunma şeklinde anlama eksik olur. İnsana tevdi edilen her şey, her sorumluluk bir yönüyle, korunması gerekli olan emanetlerdir. Onun için de, insan düşünüp taşınıp götüremeyeceği yükü ta baştan kabul etmemelidir. Zaten Efendimiz de emanetin korunamayışını bir kıyamet alâmeti olarak saymaktadır.[3] Demek ki dünya nizamıyla emanetin korunması birbiriyle çok yakından alâkalı şeyler.

Emanetin korunamaması, yine Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dilinde işin ehil olmayana verilmesi şeklinde yorumlanır[4] ki, bu da hıyanet çeşitlerindendir ve dolayısıyla da nifak alâmetlerinden sayılmıştır.

Bir başka hadiste Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) nifak alâmetine bir dördüncüsünü de ekler. O da fücurdur.[5] Fücur, sorumsuzca her türlü günaha inhimak demektir.

İşte bu üç veya dört alâmetten her biri, nifaka ait bir alâmet ve işaret kabul edilmiştir. Durum böyle olunca, bir insan, İslâm’a ait yapılması gerekenlerin bütününü yapsa da, kendisinde bu alâmetlerden biri bulunduğu takdirde, o insanın nifakla bir bağlantısı var demektir.. ve meseleyi hafife ircâ etmek de imkânsızdır. Üstad Bediüzzaman’ın da dediği gibi, her günahtan küfre giden bir yol vardır.[6] Eğer işlenen günahın hemen ardından tevbeye devam edilmez ise kalb kararır, ruh kasvete bürünür. Bu durum devam etmesi hâlinde ise kalbe mühür vurulması kaçınılmaz olur. İşte insan, her nifak alâmetini böyle düşünmeli ve onun küfre giden bir yol olabileceği endişesi içinde bulunmalıdır.



[1] Buhârî, îmân 24, şehâdât 28, vesâyâ 8, libâs 69; Müslim, îmân 107-110.[2] Hasan Basri Çantay, Akifnâme, s. 246 (Fatin Gökmen’in Hatırası).[3] Buhârî, ilim 2, rikak 35; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/361.[4] Buhârî, ilim 2, rikak 35; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/361.[5] Bkz.: Buhârî, îmân 24, mezâlim 17, cizye 17; Müslim, îmân 106.[6] Bediüzzaman, Lem’alar s.9 (İkinci Lem’a, Birinci Nükte).