Necip Fazıl Kısakürek
Tahmini okuma süresi: 4 dk.
437 defa okundu.

Kitap:Fasıldan Fasıla 2





Necip Fazıl, mealen, hakkında fazla beklentiye girilmemesini belirterek, “Bazı kimseleri Allah (celle celâluhu), toprağın kuvve‑i inbatiyesini artırmak için yaratmış olabilir.” dediğini hatırlıyorum. Kendisini çok severim. Söz söylemede, eşi menendi yok.. onun kalemi sözü, sözü de kalemi kadar güzeldi. Ancak bu çok kıymetli insan, yaşadığı dönem itibarıyla, cemaatini bulamamış ve hep kendisine sahip çıkan dar bir çerçeve içinde kalmıştı. Onun fikirlerini hayata geçirecek, ona maddî ve mânevî destek verecek imkân sahibi insan, hemen hemen yok gibiydi. Tabii konferanslarında salonları dolduran ve onu ölesiye alkışlayan kalabalıklar eksik değildi. Ve çok defa da onun vermek istediği ruhtan ziyade, avamî düşüncelere hoş gelen sözlerini alkışlarlardı. Oysaki, böyle şeyleri dinleme, alkışlama… bir şey olsa da her şey değildir.

Necip Fazıl kendi yeterliliğine inanmış bir insandı. Bazıları bunu psikiyatrik bir mevzu olarak değerlendirmek istese ve bir boşluk olarak görse de Üstad kendi yeterliliğine inanmıştı. Bazı insanlar vardır ki, çok şey keşfetmenin, çok şeye vâkıf olmanın yanıbaşında kendilerini de keşfetmişlerdir. Necip Fazıl merhum bunlardan biriydi. Evet o, kendinin şuurunda ve idrakindeydi. O, bazen takdir edilecek şeyler ortaya koyduğunda, takdir etmeyen insanları kadirnâşinas bulduğu da olurdu. Bu, –hâşâ– onun riyaya, süm’aya, ucba açık bir insan olduğunu göstermez. Mesela, Kırklareli’nde Hâlimiz, Yolumuz, Çaremiz. isimli bir konferans vermişti. Onun çok yakınlarından sayılan, ismini veremeyeceğim bir arkadaş, konferanstan sonra: “Üstadım, bugün çok pasiftiniz!” dedi. Üstad birden âdeta bir siren gibi ses verdi: “Hayır, ben pasif değildim. Bu adamlarda iş yok!” Aslında Üstad doğru söylüyordu. Bazı beldeler o dönemde Necip Fazıl’ı anlayacak seviyede değildi.

Necip Fazıl, Nur talebesi olmamakla beraber, Nur talebeleri kadar ve hususi plânda bazı Nur talebelerinden daha fazla din‑i mübin‑i İslâm’a hizmet etmiştir. Sadece o mu? Hayır. Büyük Doğu’nun yanıbaşında Sırat‑ı Müstakim’i, Sebilürreşad’ı, Hür Adam’ı çıkaran kimseler de o kadar hizmet etmişlerdir.

Evet, Allah’a inanarak O’nun dinine hizmet çok önemlidir. Amellerimizde kusur olabilir. Biz, Allah’ın rahmetinin gazabına sebkat ettiğine inanan insanlar olarak, kusurlu amellerinin affını talep eder ve onların hepsini rahmetle anarız.

Kırklareli’ndeki o konferansta –hiç unutmam– halkın duyarsızlığı, anlayışsızlığı karşısında, merhum, Erzurum’u anlatma lüzumu duymuştu. Onun ilk konferansı İman ve Aksiyon adıyla Erzurum’da olmuştu. “Ben, Türkiye’de yaşlısının da genç olduğu bir yer gördüm: Erzurum. –Ellerini kenetleyerek– Böyle dolu bir salon. Ayaklarımı birbirine değdireyim dedim. Birisi canının yandığını söyledi. Bir de ne göreyim? Meğer masanın altına bile girmişler...” dediğini çok iyi hatırlarım.

Necip Fazıl, Nur talebesi değildi ama Nurlar’ı takdir ederdi. Bir keresinde bana: “Bırakın şu Risale‑i Nur’u sadeleştireyim. Bediüzzaman, Sultan Ahmed’in mimarı gibi bir insan. Köprünün altında, dubada yaşayan ne anlar onu!” demişti. Evet, cevahir kadrini cevherfüruşân olmayan bilmez. Zaten bu denli hak yolunda olan bir insanın, haknâşinas olması da düşünülemez.