Kitap:Fasıldan Fasıla 1
Seyr ü sülûkun üç mertebesi vardır: Seyr ilâllah, Seyr fillah, Seyr minallah ve billah. 'Seyr ilâllah', Allah'a doğru seyretme manâsındadır ve Seyr ü sülûkun ilk mertebesidir. Fakat onun da kendi içinde mertebeleri vardır: İlme'l-yakin, aynel-yakin, hakka'l-yakin'in mertebeleri gibi... 'Seyr fillah', Allah'ta seyretme demektir. Bu, insanın her an O'nunla olması, O'nun esmâ ve sıfât dairesinde dolaşması, isim ve sıfatlarının tecellileriyle baş başa kalması demektir ki, bir manada sâlik, bu makamda tamamen Allah'ta fanî olur ve fenâfillah'ı ihraz eder. Üçüncü mertebe ise, 'Seyr minallah'dır. Sâlikin seyrini tamamladıktan sonra, varlığın özüyle alâkalı gördüğü bütün göz kamaştırıcı, baş döndürücü güzelliklere rağmen, insanlar arasına döner. Bu dönüş gördüklerini, tattıklarını bildirmek için dönüştür ve halk içinde Hakk'la beraber olma halidir. Bu mertebelere nâil olanların hali, peygamberlerin Cenab-ı Hakk'ın muhtelif isimlerine mazhar olmaları haline benzer. En iyisi de, insanın bu mazhariyet ve bu hallerini bilmemesidir. Eğer biliyorsa, istidraç olmaması için duâ etmeli ve gizlemeye çalışmalıdır. 'Seyr fillah'da şahsî arzu ve düşünceler olmaz. İnsan, sadece isimlerinin tecellileri ve tecellilerin renk tonlarıyla baş başadır. Bu tecelliler arasındaki televvünleri yaşarken, insanın, bütün arzularından tecerrüdü ve varlığını Allah'a feda etmesi bu makamın bir özelliği ve bekâ-billah da bu zirvenin önemli bir varididir. Ne var ki bu yollarda her zaman bir zaviye ve ihsas farklılığı da söz konusudur. Hatta bu farklılığı bu yolun kutupları arasında görmek de mümkündür. Bazıları bu mertebe farklılığını bilmediklerinden dolayı, İmam Rabbanî ile Muhyiddin İbn Arabî gibi zatların bazı noktalarda birbirleriyle çatıştıklarını zannedebilirler. Aslında böyle bir çatışma kat'iyen varit değildir. Farklı mütalâalar ise, bunların tamamen farklı buudlarda olmalarından kaynaklanmaktadır. Bazen bu mertebelerde bulunan insanların şuurları, içinde bulundukları hale taallûk eder. İşte o zaman Muhyiddin İbn Arabi, 'Bizden olmayan, bizim eserlerimizi okumasın' der. Bunu anlamak zordur ve bir ölçüde şeriatla te'lifi de mümkün değildir. Hallac-ı Mansur'un 'Ene'l-Hakk' demesi de bu cümledendir. Bu tür sözler, zâhirde, şeriata zıd gibi görünür ise de, esasen bu zatlar, içinde bulundukları makamın gereğini yerine getirmektedirler. Ahmed Emin, gibilerin bu konuyla alâkalı in'ikadları, indî, haricî dolayısıyla da haksızdır. Çünkü bu gibi durumlar bir 'hal' meselesidir. 'Kal'in 'Hal'e tercüman olması ise hayatî bir mevzuu işâretlerle anlatmaya benzer.