Kitap:Asrın Getirdiği Tereddütler 4
Efendimiz’in müjdesi sadece İstanbul’a mahsus değildir. Meselâ, Amr b. Âs’ın kurduğu “Fustat”a; Nâfi’nin inşa ettiği “Kayravan”a dair müjde ve işaretler, hatta “Vatikan”la alâkalı haberler vardır. Ayrıca Basra ile alâkalı rivayetler de mevcuttur.1 Bununla beraber İstanbul’un yeri bir ayrı ve İstanbul’un müjdesi bir başkadır. Söz konusu ihbar-ı Nebevî Ahmed İbn Hanbel’in Müsned’i ve Hâkim’in Müstedrek’inde şu şekilde rivayet edilmektedir:
لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذٰلِكَ الْجَيْشُ
“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan!. Ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur!”2
İstanbul, Müslümanların eline geçtikten sonradır ki, İslâm âlemi için çok büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Zira o, cihanın dört bir yanına giden fetih ordularının merkezi hâline gelmiş.. cihan devletine pâyitahtlık yapmış.. Batı âlemine karşı İslâm âleminin önemli bir karakolu olmuş kutlu bir beldedir. Evet, Efendimiz’in müjdesine mazhariyeti, biraz da eda ettiği bu fonksiyonlardan ileri gelmektedir.
Bir devrede, bilhassa Râşid Halifeler döneminde Medine merkezdi. Fetih orduları sağa sola hep Medine’den gönderilirdi. Evet, Medine yıllar ve yıllar kendi özünde mayaladığı medeniyet, kültür ve devlet düşüncesinin bütün cihana yayılmasında hep birinci derecede bir merkez olarak kaldı.
Medine mânâ olarak bu mevkiinden hiçbir zaman düşmedi. Ancak fizikî coğrafya değişip, gelişip büyüdükçe, devlet de, merkezini başka yerlere taşımak zorunda kaldı. Önce Şam, sonra da Bağdat uzun süre bu vazifeyi ifa ettiler. Daha sonra ise İstanbul bu vazifeyi onlardan devraldı. Şimdi, Mekke, Medine, Şam ve Bağdat’ı koruma işi onun omuzlarındaydı. Hem de sadece muhafazası değil, bakım görümü de:
Her sene Sürre Alayları İstanbul’dan hareket ediyor ve şehrin çıkışına kadar bizzat padişah tarafından hem de yaya olarak uğurlanıyor ve Hicaz insanına hedâyâ ve behâyâ taşınıyordu. Başta Nebi torunlarına, sahabe ahfâdına ve daha sonra da bütün Medine fakirlerine dağıtılmak üzere gönderilen altın, gümüş, inci, mercan ve elmasların haddi hesabı yoktu. İstanbul her sene Peygamber köyüne, sahabe beldelerine hizmet edebilmenin bütün hazzını bir tali’lilik pâyesi olarak iliklerine kadar bir kere daha yaşıyordu.
Evet, işte onun ileride yapacağı bu büyük hizmet, asırlarca önce Allah Resûlü tarafından tebcil ediliyor ve hüsnü kabulle karşılanıyordu. Fetihten sonra sanki Medine ve İslâm’a pâyitahtlık yapmış Şam ve Bağdat gibi beldeler, hayırlı ve salih bir evlâdın mürüvvetini, civanmertliğini gören ana baba gibiydiler. Onlar böyle bir evlât yetiştirmiş olmanın, İstanbul da onlara lâyık bir evlât olabilmenin hazzını paylaşıyorlardı. Medine’de doğup, Şam’da, Bağdat’ta derinleşen İslâm nurunu, İstanbul, aşk u şevk menşurundan ve yeni bir düşünce prizmasından geçirerek, o güne kadar henüz ulaşılamayan karanlık dünyalara aksettirmeye çalışıyordu.
Bu itibarla, Mekke ve Medine’nin kudsiyetleri müsellem olmakla beraber, İstanbul’un da Mekke ve Medine’ye ve bütün İslâm âlemine hizmet etmesi açısından, çok yönlü böyle bir büyüklüğü vardır.
Tarihte, yeni bir çağın açılması ve bir çağın kapanması, İstanbul’un fethiyle olmuştur. Avrupa’ya giden İslâm orduları, İstanbul’da hazırlanarak gitmişlerdir. Hatta bir iki defa Bağdat bile İstanbul’dan fethedilmiştir. Son Revan Seferi 4. Murat tarafından, İstanbul’dan giden bir ordu ile gerçekleştirilmiş ve bir kere daha vahdet-i İslâmiye, İstanbul vasıtasıyla temin edilmiştir. İstanbul bütün bunlarla çok uğurlu ve mübarek bir belde hâline gelmiştir.
Ve yine İstanbul Müslümanlar tarafından fethedilmeden önce, evvelâ Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerini bir misafir olarak kabul etmiş, bağrını ona açmıştır. Ebû Eyyub el-Ensarî ki, Efendimiz’e mihmandarlık yapmış, O’nu misafir etmiş bir insandır. Kaderin cilvesine bakın ki, Medine’de Efendimiz’e mihmandarlık yapan bu insan, İstanbul’a gelmiş, burada gömülmüş; sonra da İstanbul ona mihmandarlık yapmaya başlamış…
Evet, Büyük Hünkâr İstanbul’u fetheder etmez, henüz Fatih Camiini yapmadan, Ayasofya’yı camiye çevirmeden, İstanbul adına tasarladığı planları ele almadan evvel, yanında mânâ gözü açık ve فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَۤاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ3 sırrının dünyadaki temsilcilerinden Akşemseddin Hazretlerine, “Allah Resûlü’nün Mihmandarı, sahabe-i güzinden, Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerini bana bul!” demiş.. o zat da keşfen, bulup çıkarmış.. sonra da yanı başına kendi ismiyle, hem İstanbul’un hem de bütün İslâm dünyasının en güzide mâbetlerinden biri inşa ettirilmiştir.
Evet, bir yönüyle İstanbul, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait çok mühim bir emaneti bağrında saklamakta ve âdeta cihad adına gelen bu şanlı sahabi cihad şehrinin bir remzi olmaktadır. Büyük cihadlar umumiyetle İstanbul’dan şahlanan insanlarla gerçekleştirilmiş ve İstanbul merkezli nice fetihler görmüşüzdür.
Evet, şayet Allah’ın adını üç kıtada da duyurmaya çalışmışsak, bu, Allah’ın lütfuyla İstanbul’dan yola çıkan Hak erleriyle olmuştur. Bu mübarek ve uğurlu belde için بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ4 âyetinden de büyüklerimiz, ebced hesabıyla İstanbul’u çıkarmışlar ve ona “Tertemiz belde” demişlerdir. Gerçi, بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ daha evvel “San’a” için buyurulmuş ama böyle olması Mekke’nin, Medine’nin de kastedilmesine ve İstanbul’a işarette bulunulmasına mâni değildir.
Evet, بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ “Temiz belde” sözü İstanbul’u da içine alabilir. İstanbul maddî-mânevî şirinliği, güzelliği ve evliyâların merkadlerini, hatta çok kimselerin makamlarını bağrında barındırmasıyla, gerçekten mübarek bir beldedir. İnşâallah hâlâ o mübarekiyetini devam ettiriyordur.. ettirmese bile bir gün -inşâallah- tam mânâsıyla arzu edilen o mübarekiyete yeniden ulaşacak ve orada ruh-u revan-ı Muhammedî hakikî mânâda yeniden esmeye ve dalgalanmaya başlayacaktır.
Efendimiz zaten, İstanbul’un bir kere daha fethedileceğine işaret buyuruyor. Yani asırlardan beri kendinden, kendi ruhundan kaçan insanımızın, yeniden kendi özüne sahip çıkacağını, kendi ruhuyla bütünleşeceğini, kalb ve ruhun hayatına yükseleceğini, Allah ile münasebete geçeceğini müjdeliyor. Ümit ediyoruz bu da olacak ve ikinci bir fetih mutlaka gerçekleşecektir. Efendimiz İstanbul’la Deccal’in zuhuru arasında ciddî bir münasebet buluyor ve bu noktaya parmak basıyor.5 Vakti gelince o da görülüp müşâhede edilecektir. Ve daha kim bilir nice sırlar içindir ki, Allah Resûlü İstanbul’a hususî mânâda bir ilgi ve alâka göstermiş ve İstanbul’un fethini asırlarca önce müjdeleyip bişaret vermiştir!.
Fustat: Mısır’da bir şehir.
Kayravan: Tunus’ta bir şehir.
Ahfâd: Torunlar.
Tebcil: Yüceltme.
Menşur: Prizma.
Mihmandar: Misafir eden, ağırlayan.
Merkad: Mezar, kabir.
1 Buhârî, cihad 3, 8; Müslim, imâre 160-162; fiten 19, 38, 78; Ahmed İbn Hanbel,el-Müsned 4/303, 335; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 2/38; Hâkim, el-Müstedrek 4/468; Deylemî, Müsned 3/48; Nuaym b. Hammad, el-Fiten 1/409.
2 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/335; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 2/38; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/468.
3 “İşte gözünün önünden perdeyi kaldırdık, şimdi artık gözün pek keskindir!” (Kaf sûresi, 50/22)
4 Sebe sûresi, 34/15.
5 Ebû Dâvûd, melâhim 3-4; Tirmizî, fiten 58; İbn Mâce, fiten 35; Hâkim, el-Müstedrek 4/473.