Kitap:Fasıldan Fasıla 2
Kâinatta cereyan eden hiçbir hâdise tesadüfi değildir. Her hâdisenin zimamı Allah’ın elindedir. Ve Allah, abes iş işlemekten münezzeh ve müberradır. Bu düşünce çizgisinde Üstad Bediüzzaman’ın İzmir ve Erzincan depremi münasebetiyle yaptığı değerlendirmeler çok enfestir. Ona göre, o yerlerde küfür ve dalâlet almış başını gidiyor. Üstelik bu küfür ve dalâlete karşı koyacak ıslahçı bir güç de yok. Yani dinî tabirle “emr‑i bi’l‑mâruf nehy‑i ani’l‑münker” yapan bir zümre mevcut değil. Veya varsa bile çok az ve mağlup durumda.[1] Tabir‑i diğerle arz edecek olursak, din, iman, İslâm adına boyunduruk tamamıyla yere konmuş. Bunun üzerine Cenab‑ı Hak deprem ile oraları sarsıyor; yani ilâhî ikazını yapıyor. Bu açıdan gerek deprem gerekse sair semavî ve arzî belâ ve musibetleri, ilâhî ikaz ve güçlü bir tembih edici şeklinde değerlendirmek çok önemlidir.
Ayrıca, musibetler ile ilgili şu husus üzerinde de durmakta fayda var: Umumi musibetlerde kötüler cezalarını çekiyor, fakat iyiler de ölüyor. Hazreti Âişe Validemiz’in rivayet ettiği bir hadiste “Bir ordunun savaş için Kâbe’ye doğru çıkacağı; Beydâ denilen bir yerde bütünüyle helâk olacağı” ifade buyrulur. Hazreti Âişe Validemiz: “Yâ Resûlallah, nasıl olur da hepsi helâk edilir. Oysaki içlerinde onlardan olmayıp ticaret için çıkanlar da olabilir.” der. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise: “Bütünüyle helâk edilir ama niyetlerine göre diriltilirler.” diye cevap verir.[2] Yani bir zararları, kayıpları olmayacak; iyi insanlar iyiliklerinin ve iyi niyetlerinin karşılığını göreceklerdir. Hatta bunların zayi olan malları bile sadaka olarak kabul edilecektir. Tabi öte taraftan da bu hâdise ile geride kalanlara çok etkili bir tembih yapılmış oluyor ve bir toplum kendine geliyor, yaşayışında istikamete eriyor. Kaldı ki, bu kadar güçlü nasihat için, ciltler dolusu kitap okusanız, aylarca anlatsanız, milleti ayağa kaldırsanız, böyle bir hassasiyet meydana getirmeniz mümkün değildir.
Allah dostlarından bazıları da belâ ve musibetlerin, aynı zamanda daha büyük musibetlere karşı bir paratoner olduğunu söylemektedirler. Yani Allah (celle celâluhu) bir musibetle, başka gelecek musibetleri savar ve dolaylı yoldan insanlığa merhamet eder. Mesela, bu tespite göre, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na katılmamasını değerlendirecek olursak; Türkiye 2. Dünya Savaşı’nda neredeyse Almanların yanında yer alacaktı.. alacaktı ve kıl payı ile kurtuldu. Evet, Cenab‑ı Hak, Türkiye’yi düşmanlarının eliyle bu badireden kurtardı. Yoksa Almanlarla birlikte mağlup düştüğümüz zaman Türkiye, Ankara’ya kadar Rusya’nın elinde kalırdı. Hatta daha beteri Türkiye’nin bir yarısı Doğu Bloku’nun, diğer yarısı da Batı Bloku’nun elinde kalır ve Almanya’nın başına gelenler aynen bizim başımıza da gelebilirdi.
İşte Allah, bir avuç kurbanla böyle belâ ve musibeti savdıysa az şey kaybedilmiş, çok şey kazanılmıştır. Dünyanın değişik coğrafyalarında Müslümanların çektiklerine bakılınca, bizim çektiklerimiz bir şey sayılmaz. Daha çok sıkıntı çekenlere bakıp değerlendirmeyi ona göre yapmalıyız. Ancak o zaman, “Her işinde, bir değil bin hikmeti vardır. Allah abes fiil işlemez.” hakikatini daha iyi anlarız.