Problemlerin Çözümünde Efendimiz
Tahmini okuma süresi: 7 dk.
309 defa okundu.

Kitap:Fasıldan Fasıla 5 (Fikir Atlası)



İnsanlığın İftihar Tablosu'nun, bütün beşerî hesapları karıştıran bir hesap muamması ve karışık hesapları çözen bir hesapküşâ olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Beşer, evvelki gün de, dün de, bugün de hep yanlış hesapların zebunu olagelmiştir. Bu yanlış hesaplar üzerinde Allah Resûlü'nün yaptığı negatif ve pozitif şeyler vardır. Zaten İslâm bu iki atkı üzerine örülmüş bir dantelâ gibidir; bir taraftan müspet şeyleri işaretle "Şunları yapın, hayatınızı onlarla örgüleyin." der, diğer taraftan da "Şu menfi, olumsuz şeyleri terk edin, onlardan kaçının" ferman eder. Ve yapılması gerekli olan şeyler; farz, vacip, sünnet olarak insanları, seviyeler üstü bir seviyeye ulaştırıp onları Cennet'e ehil hâle getirirken, yapılmaması gereken şeyler de, terk türünden birer sorumluluk olarak onların yükselişlerine yardım eder. Hatta yapılan o müspet şeylerde yer yer insanın içine "riya, süm'a" gibi şeyler girebilir, bazen gönlünde yaptığını başkalarına duyurma arzusu belirebilir -tabiî şahsın durumuna göre bazen de bire on, bire yüz, bire bin sevap da kazanabilir- ama menfi şeyleri terk ederken onda riya, süm'a olmaz. Meselâ bir harama bakacakken insanın "estağfirullah" deyip gözünü kapatması ve bir nefis muhasebesiyle arzularına ket vurması büyük sevaptır. İhtimal bunlar ahirette onun karşısına sürpriz olarak çıkacak, o da: "Yâ Rabbi, ben böyle bir şey bilmiyorum.. nereden geldi bunlar?" diyecek... Hâlbuki onlar, onun iradesinin semeresi olarak kendisine verilmiştir. Çünkü elinde fırsat ve imkân varken bile içki içmemiş, uyuşturucu kullanmamış, faize, tefeciliğe girmemiş ve zina etmemiş.. dolayısıyla bütün bunlar, tıpkı kıldığı namaz, tuttuğu oruç, eda ettiği hac, verdiği zekât gibi onun amel defterinin hasenat hanesine yazılmıştır.

Evet insanlık, değişik dönemlerde bir kısım yanlışlara kilitlenmiş ama her dönemin cahiliyesi farklı farklı olmuştur. Meselâ insanlar, Hz. Nuh döneminde Vedd, Suva, Yağûs, Yeûk ve Nesr gibi putlara inanmış. Oysaki Efendimiz'in ifadesiyle onlar, kendi dönemlerinin salih, milletlerine iyilik yapmış âbide insanlarıydılar. Ne var ki avam halk, önce onların birer resimlerini çizip onlara bakarak onların yaptıkları şeyleri hatırlamak ve onları örnek almayı düşünmüşlerdi. Oysaki daha sonra bu maksadı unutmuş ve o resimleri put hâline getirmişlerdi. Yine Hz. Hud'un (aleyhisselâm) cemaati kendilerine göre bir kısım tabular edinmiş, saplandıkları bataklıktan başlarını kaldırıp hakikati görememiş ve eşyanın perde arkasını sezememiş, varlık ve eşyaya takılmışlardı. Gelen peygamberler o problemleri çözmüş ve doğru olanı onlara göstermişti. Ama bütün bunlar birer kavim ve kabile çapında değişimler, yeni ifadesiyle oluşum ve inkılâplardı. Hz. Musa'da da, Hz. Mesih'de de durum aynıydı.. nitekim Kur'ân onların kavimlerine sözlerini hikâye ederken, "Ey kavmim, ey cemaatim.." ifadelerini kullanır. Efendimiz'de ise durum çok farklıdır: O, bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamber olarak bunu açıktan ilan etmiş ve "Ben bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberim." diyerek âlemşümul bir elçi olduğunu ilanla işe başlamıştı.

Bu açıdan O (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir taraftan hem kendi dönemindeki yanlış hesapları, yanlış kilitlenmeleri, yanlış beşerî merci ve müdahaleleri -ki onlar Hz. Mesih'ten sonra kendi dönemine kadar devam etmiş şeylerdi- çözmesi ve onları yeniden doğruya programlaması icap ediyordu, hem de kıyamete kadar yaşanabilecek kilitlenme ve düğümlenmelere karşı çözüm yolları ortaya koyması gerekiyordu. Gerçi kendisinden sonra ortaya çıkacak problemler büyük ölçüde tecdit ve içtihat unvanları adı altında ele alınacak, müçtehitler ve mücedditler vasıtasıyla çözülecekti; tabiî bunlar da yine onun ortaya koyacağı âlemşümul kurallara, disiplinlere dayanılarak yapılacaktı. Öyleyse Allah Resûlü'nün hem çözmesi icap eden meseleler, hem de ileriye matuf hatırlatması gerekli şeyler çoktu ve her biri komplike meseleler idi. Nitekim o dönemde bütün hesaplar karışmış, herkes çözeyim derken düğüm düğüm üstüne oturtulmuş; meselâ fert hayatı adına gerçek huzur ve saadete sevk edecek disiplinler unutturulmuş, insanlar hep başka yönlere tevcih edilerek iğfal edilmiş, aldatılmış; telkin edilen menfi şeyler onun demi damarı hâline getirilmiş; meselâ "İçkiyle kafanı bulamıyorsan biraz esrar kullanabilirsin" -muhtemelen o gün başka uyuşturucular vardı- denilerek nefsanî duyguları sürekli kamçılanmış ve âdeta susuzluk çeken o insanlara "İç de çatla!" dercesine deniz suyu sunulmuştu. Hâlbuki meseleyi tersten ele alacak olursak Gedâî'nin dediği gibi

"Bak şu gedânn hâline, Bend olmuş zülfün teline, Parmağı aşkın balına, Bandıkça bandım bir su ver..."

kendilerine su diye takdim edilen şeyler, onların ciğerini daha da yakmış ve onlarda daha bir içme arzusu doğurmuştu; doğurmuş ve şehevânî duyguları teskin etme adına kendilerine sunulan bohemlik o cismanî duygularının tamamen kabarıp hayvanca bir hâl almasına sebep olmuştu. Küçük meseleler onur-gurur meselesi yapılarak insanlar birbiriyle çatışmaya itilmiş ve bugün de bazı şom ağızlıların, "Bu dünya yaşanacak bir dünyadır; nereden çıkarıyorsunuz ahireti ve şu hayatı zehir ediyorsunuz.." dedikleri gibi o gün de,

Bir geçmiş günü beyhude yâd etme; Bir gelecek gün için feryâd etme, Geçmiş gelecek masal hep, Eğlenmene bak ömrünü berbâd etme...

deyip Ömer Hayyam felsefesi içinde yaşamışlardı ki, bütün bunlar birer yanlışa kilitlenmeydi. İşte Efendimiz'e ait önemli vazifelerden birisi de bu yanlışlıkları herkesin anlayacağı bir dille birer birer ortaya koymak, sonra da onların karşısına doğru alternatifler vaz' etmekti ve işte O bunu yaptı.

Netice itibarıyla Efendimiz'in ister müspet adına yapıp ortaya koyduğu şeylerin yaygınlığı, isterse menfilik adına çözdüğü şeylerin herkesi meşgul edecek kadar ciddî olması ve onların bugün dahi hayatiyet ifade etmesi, O'nun bütün yanlışları çözen bir hesapküşâ olduğuna apaçık işaret etmektir.