Sabır
Tahmini okuma süresi: 12 dk.
1344 defa okundu.

Kitap:Kalbin Zümrüt Tepeleri 1



Ağrı, acı, tahammülü güç ve katlanması zor hâdise ve vak’alar karşısında dişini sıkıp dayanma mânâlarına gelen sabır; açık-kapalı اِسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ “Sabırla yardım isteyiniz.”,[1] اِصْبِرُوا وَصَابِرُوا “Sabredin ve sabırda yarışın.”[2] âyetlerinde ifade edildiği gibi sabrın aynını emir.. yahut وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْ “Onlara karşı acelecilik etme.”,[3] وَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ “Onlara arkalarınızı dönüp kaçmayın.”[4] beyanlarında olduğu gibi onun zıddını yasaklama.. اَلصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ “Sabredenler, hayatlarını sadakat çizgisinde sürdürenler”[5] ifadelerinde geçtiği gibi bu vasıflarından dolayı sabredenlere senâda bulunma.. وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ “Allah sabredenleri sever.”[6] fermanında görüldüğü gibi Allah sevgisine mazhariyetlerini anlatma.. إِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرِينَ “Allah sabredenlerle beraberdir.”[7] iltifatında müşâhede edildiği gibi sabrı yaşayanları maiyyet-i ilâhiye ile pâyelendirme.. وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِرِينَ “Şayet sabredecek olursanız bu, sabredenler için işin en hayırlısıdır.”[8] irşadkâr beyanından anlaşıldığı gibi sabırla mahz-ı hayra erilmesini beyan.. وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُۤوا أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Elbette o sabredenlere mükâfatlarını, yaptıkları işlerin en güzeline göre vereceğiz.”[9] uhrevî mücâzâtı nazara veren teselli-bahş fermanıyla sâbirîn olanları müjdeleme.. بَلٰۤى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا “Şayet sabr u sebat eder ve itaatsizlikten sakınırsanız, şunlar da şu dakikada üzerinize geliverirlerse...”[1] yardım vaad eden beyanlarıyla sabredenlere ilâhî imdadı hatırlatma gibi, Allah tarafından, değişik yönleriyle sürekli nazara verilen çok önemli bir kalbî ameldir.. ve bir zaviyeden de, diyanetin yarısını şükrün teşkil etmesine karşılık diğer yarısının unvanı olmuştur.[1]
Bu mülâhazayı pekiştiren Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’dan şerefsudûr olmuş: عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ؛ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ، وَلَيْسَ ذٰلِكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ “Mü’minin durumu şâyân-ı takdirdir; niye olmasın ki; onun her işi hayırdır ve bu da mü’minden başkası için müyesser değildir. O, neşe ve sevinç ifade eden bir duruma mazhar olunca şükreder, bu onun için hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında da sabreder, bu da yine onun için hayır olur.”[1] sözü ne mânidardır.
Ayrıca sabır; sabredilen hususlar itibarıyla aşağıdaki bölümlere ayrılır:
1. Allah’a kulluğun zorluklarına katlanma mânâsına ibadet ü taate karşı sabır.
2. Günah yolunun nefse hoş gelmesine mukabil mâsiyet duygusuna karşı sabır.
3. Hakk’ın kaza ve kaderine rıza göstermeyi de ihtiva eden semavî ve arzî belâlara karşı sabır.
4. Dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında yol-yön değiştirmeden Kur’ânî çizgiyi koruma adına sabır.
5. Zaman ve vakit isteyen işlerde, zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır.
6. Emre bağlılıktaki inceliği kavrayarak, اِرْجِعِي[1] fermanına kadar vuslat iştiyakına karşı sabır.
Bunlardan bazıları kulun iradesiyle alâkalı olsa da, bazılarında aslâ insanın dahli söz konusu değildir...
Sabır; kendi keyfiyeti ve tahakkuk itibarıyla da altı kısım içinde mütalâa edilmiştir:
1. Sabr lillâh ki; Allah için sabretme mânâsına gelir ve sabır mertebelerinin ilkidir.
2. Sabr billâh ki; sabrın Allah’tan bilinmesidir ve evvelki mertebeye göre bir kadem daha ileri sayılır.
3. Sabr alallah ki; “Her işte hikmeti vardır.” deyip, Hakk’ın celâlî ve cemalî tecellîleri karşısında aceleciliğe girmeme sabrıdır.
4. Sabr fillâh ki; Allah yolunda kahr u lütfu bir bilme sabrıdır.. ve evvelkilere göre hem ağırlığı hem de derece farkı vardır.
5. Sabr maallah ki; maiyyet ve kurbiyet-i ilâhiyeye dair hususiyetleri itibarıyla, bulunduğu makamın esrarına riayetle beraber, Hak’la beraber olabilme sabrıdır.
6. Sabr anillâh ki; vuslata karşı dişini sıkıp dayanma azmidir ve hakikat âşıklarının sabrıdır.
Bunlardan başka bazıları, sabrı; başa gelen şeyler karşısında edebini bozmamak.. bazıları, iyi-kötü hâdiseleri tefrik etmemek.. bazıları, kendine rağmen yaşamak.. bazıları, kahr u lütfu aynı ruh hâletiyle karşılamak.. bazıları, Kitap ve Sünnet’le gelen mesajları Cennet davetiyesi gibi kabul etmek.. bazıları, Sevgili uğrunda cân-cânân her şeyi feda edebilmek şeklinde ifade etmişlerdir ki; hepsinin kendine göre birer mahmilinin bulunduğu söylenebilir.
Ayrıca sabredilecek herhangi bir mesele karşısında dişini sıkıp dayanana “sâbir”; sabretmeyi tabiatıyla bütünleştirmiş olana “mustabir”; sabır mevzuunda tam bir vicdan rahatlığına ermiş bulunana “mutasabbir”; bu hususta hiç zorlanma hissetmeyene “sabûr”; herkesin sabrettiği şeylerden daha ağırlarını göğüsleyebilecek babayiğite de “sabbâr” denir.
Bu arada işârî tefsirciler de, sabrı; Kur’ân-ı Kerim’in bazı âyetleriyle irtibatlandırarak şu kabîl yorumlarda bulunmuşlardır: اِصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا[1] âyetinde اِصْبِرُوا ile insan nefsinin taate karşı sabrı, وَصَابِرُوا kelimesiyle maruz kalınan şeyler karşısında dayanılması, وَرَابِطُوا sözüyle de Allah’a karşı aşk u iştiyakın devam ettirilmesi.. veya اِصْبِرُوا ile sabr fillâh, وَصَابِرُوا ile sabr billâh, وَرَابِطُوا ile de sabr maallah.. yahut اِصْبِرُوا ifadesiyle nimetlere karşı duygu, düşünce istikameti, وَصَابِرُوا ile zorluk ve sıkıntılara katlanma azmi, وَرَابِطُوا ile de her şeye rağmen Allah’la münasebetin devam ettirilmesi kastedilmiştir.
Erbâb-ı hakikatçe sabra bir diğer yaklaşım ise; iyi-kötü her şeyin Cenâb-ı Hak’tan bilinip, aklın zâhirî nazarında iyi olanlara şükürle, nâhoş görünen şeylere karşı da rıza ile mukabelede bulunma şeklindedir. Ancak insanın, altından kalkamayacağı musibetler, zor eda edeceği mükellefiyetler ve çoklarının yuvarlanıp içine düştüğü günahlara girme endişesiyle hâlini Allah’a arz etmesi, o çok ağır sorumlulukları için O’ndan yardım istemesi ve günahlardan korkup O’nun sıyanetine sığınması... gibi hususlar da şikâyet olmasa gerek. Şikâyet olması şöyle dursun, böyle bir tavır çok defa şahsın niyet ve düşüncesine göre tazarru, niyaz, tevekkül ve teslimiyet bile sayılabilir.
Hz. Eyyub’un: أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ “Rabbim, gerçekten bana zarar dokundu; Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.”[1] şeklindeki sızlanışı.. ve Hz. Yakub’un: إِنَّمَۤا أَشْكُوا بَثِّي وَحُزْنِۤي إِلَى اللّٰهِ “Ben bu dağınıklık ve tasamı sadece Allah’a açıyorum.”[1] mahiyetindeki iniltisi, isti’taf buudlu böyle bir tazarru ve niyazdır. Zaten Cenâb-ı Hak da Hz. Eyyub için: إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُۤ أَوَّابٌ “Doğrusu Biz onu sabırlı bulduk, o ne güzel kuldur! Zira o hep evvâb ve yüzü Allah kapısındadır.”[1] diyerek onun tevekkül ve teslimiyet derinlikli sözlerini sabır içinde ayn-ı şükür kabul etmiyor mu?
Başta büyük peygamberler olmak üzere, bütün enbiyâ, asfiyâ ve evliyâ, sabrın her çeşidini temsilin yanında, Hak’la sımsıkı irtibatlı oldukları hâlde, halkın içinde dişlerini sıkıp “sabr anillâh” yaşamaları, onların en mümeyyiz vasıflarıdır ve erişilmezliklerinin emaresidir. Zaten İnsanlığın İftihar Tablosu ve peygamberlik semasının güneşi Efendiler Efendisi de: أَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً الْأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ “Belânın en zorlusuna maruz peygamberlerdir; sonra da derecesine göre diğer makbul insanlar.”[1] buyurmuyor mu?
Sabır; hem zirve insanların hâli hem de zirveleşme yolunda olanların güç kaynağıdır. Zirvelere ulaşmış kimseler, o makamın gereği olarak, sabrın her çeşidini hem de en iyi şekilde temsil ederek mazhariyetlerinin bedelini ödemeye çalışırlar; haklarında zirvelere ulaşma takdiri yapılmış kimselere gelince, onlar da çeke çeke, katlana katlana, başkalarının bin türlü ibadetle ulaştıkları şâhikalara sabır dinamizmiyle ulaşırlar. Bir hadiste: “Cenâb-ı Hak, kuluna, ameliyle ulaşması zor bir makam takdir buyurmuşsa, ibadet ü taatiyle o zirveye ulaşması imkânsız görünen kimseleri, nefis ve aileleri itibarıyla müptelâ kılar.. sonra da o iptilâya karşılık onlara sabır verir; derken, onları yükseltip o menzile erdirir.”[1] buyrulur.
Bu açıdan denebilir ki; belâ, mükellefiyetin ağırlığı ve mâsiyetin baskısı, potansiyel birer rahmet olduğu gibi, bunlar karşısında gerekli tavrı almak da bu rahmetin özü sayılabilir. Bu özün özü ve esası da, ne bu ağır yükten ne de ona katlanma keyfiyetinden kimsenin haberdar olmamasıdır.. bu hususla alâkalı ne hoş söyler Fuzûlî:
Âşığım dersin belâ-i aşktan âh eyleme
Âh edip ağyârı âhından âgâh eyleme.!
Evet, insan, yerinde ocaklar gibi yanmalı ama, gam izhar etmemelidir. Yerinde dağların altında kalıp ezilmeli ama, kimseye dert dökmemelidir.
Bu ölçüler içindeki bir sabır mülâhazasını Hz. Mevlâna, Mesnevî’sinde şöyle özetler:
Bir buğdayın, insana gıda ve kuvvet, onun dizlerine derman, gözlerine nur ve yaşamasına esas olabilmesi için, onun, toprağın bağrına gömülmesi, toprakla mücadele ede ede filizlenip gelişmesi, sonra biçilip harmanda dövülmesi, samandan ayrılıp değirmende öğütülmesi, teknelerde yoğrulup hamur hâline getirilmesi, fırınlara atılıp ateşte pişirilmesi, sonra dişlerle bir kere daha parçalanıp mideye gönderilmesi şart ve zarurîdir.
Bunun gibi, insanın insanlığa yükselip bir işe yarar hâle gelmesi için de, onun çeşitli imbiklerden geçirilerek defaatle elenmesi, elenip özünü bulması elzemdir. Yoksa, insanî kabiliyetlerle mücehhez olduğu halde, hedefe ulaşamayıp yollarda kalabilir.
بَنْدَه هَمَانْ بهْ كِه بَلَاكَشْ بُوَدْ.....عُودْ هَمَانْ بهْ كِه دَرْ اٰتَشْ بُوَدْ
“Kul, belâ çekici olunca; öd ağacı da, yanıcı olunca iyi olur.” (Mecmûatü’l-meârif) demişlerdir ki gayet latîftir.!
Her çeşidiyle sabır kullukta bir zirvedir. Bu zirvenin zirvesi de rızadır.. ve zannediyorum Allah katında rıza mertebesinden daha yüksek bir pâye de yoktur.

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الرِّضَا بَعْدَ الْقَضَا وَبَرْدَ الْعَيْشِ بَعْدَ الْمَوْتِ
وَلَذَّةَ النَّظَرِ إِلٰى وَجْهِكَ وَشَوْقًا إِلٰى لِقَائِكَ
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الرَّاضِي الْمَرْضِيِّ
وَعَلَى أٰلِه۪ وَأَصْحَابِه۪ ذَوِي الْقَدْرِ الْعَلِيِّ.



1 Bakara sûresi, 2/45.
2 Âl-i İmrân sûresi, 3/200.
3 Ahkaf sûresi, 46/35.
4 Enfâl sûresi, 8/15.
5 Âl-i İmrân sûresi, 3/17.
6 Âl-i İmrân sûresi, 3/146.
7 Bakara sûresi, 2/153.
8 Nahl sûresi, 16/126.
9 Nahl sûresi, 16/96.
10 Âl-i İmrân sûresi, 3/125.
11 Bkz.: el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 4/109; el-Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb 1/127.
12 Müslim, zühd 64; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/322.
13 “(Rabbine) dön!” (Fecr sûresi 89/28)
14 “(Ey iman edenler!) Sabredin, sabırda yarışın ve cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun!” (Âl-i İmrân sûresi, 3/200)
15 Enbiyâ sûresi, 21/83.
16 Yûsuf sûresi, 12/86.
17 Sâd sûresi, 38/44.
18 Tirmizî, zühd 56; İbn Mâce, fiten 23; Dârimî, rikak 67.
19 İbn Hibbân, es-Sahîh 7/169; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 10/482.