Kitap:Mefkûre Yolculuğu (Kırık Testi 13)
Soru: Şahsiyeti, aile fertleri, iç derinliği, topluma yönelik mesajları ve üzerinizdeki tesirleri zaviyesinden, Alvarlı Efe Hazretleri ile alakalı duygu ve düşüncelerinizi bizlerle paylaşır mısınız?
Cevap: İşin doğrusu böyle büyük bir zatı resmetmek ve onun tam bir fotoğrafını ortaya koymak beni aşan bir konudur. Bu itibarla, onun hayatını, düşünce dünyasını, kalb ve ruh ufkunu derinlemesine ve arka planıyla kavrayabilecek bir idrake sahip olmadığımı daha başta ifade ve itiraf etmeliyim. Ayrıca o büyük zat, ruhunun ufkuna yürüdüğünde ben henüz on altı-on yedi yaşındaydım. Her ne kadar hayata gözlerimi açar açmaz kendimi o dupduru kaynağın başında bulmuş olsam da, o yaşta olan birinin, engin ufku olan böyle büyük bir insandan kâmil mânâda istifade edemeyeceği aşikârdır. Bu açıdan anlatacağım hususların, o zamanki idrak ufkum ve çocukluk mülahazalarım da nazar-ı itibara alınarak değerlendirilmesi gerekir.
Efe Hazretleri’nin neşet ettiği yuva, mübarek ve feyizli bir kaynak gibiydi. Mesela babası Hüseyin Efendi ve öz kardeşi Vehbi Efendi çok büyük insanlardı. Ben babası Hüseyin Kındığî Efendi’yi görmedim; ancak şu tek vaka dahi o mübarek zatın fazilet ve kemâlâtını ifade adına yeter derecede bir fikir verir zannediyorum:
Evlâd-ı Resûl’den olan Alvar İmamı ile babası Hüseyin Kındığî Efendi, Pîr-i Küfrevî Hazretleri’ne intisap etmek üzere Bitlis’teki dergâhına giderler. Pîr-i Küfrevî Hazretleri, muhtemelen, görür görmez onlardaki istidadı hemen keşfettiğinden kendilerine hususî teveccühte bulunur ve ciddi ihtimam gösterir. Daha sonra da erbain çıkartma, seyr u sülûk-i ruhaniden geçirme, herhangi bir teste tabi tutma, endazeye vurma ihtiyacı duymaksızın her ikisine birden hilafet verir. Cevahir kadrini cevher-fürûşân olmayan bilmez, sarraf değilse bir insan altın ve gümüşten anlamaz. İşte Pir-i Küfrevî Hazretleri cevahir kadrini bilen bir cevher-fürûşân olarak görür görmez onların kıymetini anlıyor ve halkı irşat edebileceklerine dair kendilerine hilafet veriyor. Ani gelişen bu durum karşısında, o güne kadar Küfrevî Hazretleri’ne hizmet eden müritleri geceleyin ileri geri konuşmaya başlıyor ve sonra da hilafet konumunu ihraz edip etmediklerini anlama adına onları imtihana tabi tutuyor. O esnada birden kapı ardına kadar açılıyor ve içeriye giren Küfrevî Hazretleri onlara şöyle sesleniyor: “Mollalar! Mollalar! Hüseyin ve Muhammed Lütfi Efendi’nin bana ihtiyaçları yoktu. Onları kemâlâtı buraya getirdi.”
Kemâl ehli kemâlâtı kemâl ile buldu hep,Bîfaidedir kemâlâtsız fıdda u zeheb.
Bir insan kemâl sahibi değilse, Karun’un hazineleri ölçüsünde altını ve gümüşü olsa ne ifade eder ki!
Kardeşi Vehbi Efendi de derya gibi bir insandı. Onda sükûtilik daha hâkimdi; fakat bu sükûtilik, insan ruhunda değişik dalgalanmalar meydana getiren bir müessiriyete sahipti. Gerek annem gerekse babam, her ikisine de derin bir hürmet ve sadakatle bağlıydı. Bu büyük zatlar, bazen gelir, handa dedemin misafiri olurlardı. Dedem de onlara karşı derin bir saygı duyardı. Vehbi Efendi, Alvar İmamı’ndan büyüktü ve ben henüz beş yaşlarındayken vefat etmişti. Vefat ettiğinde;