Kitap:Varlığın Metafizik Boyutu
Efendimiz (sav), alemşümûl bir peygamber olması yönüyle, hem insanların hem de cinlerin peygamberidir. Onun içindir ki O'na, 'Rasulü's-sakaleyn' (cin ve ins peygamberi) denir. Bu itibarla Efendimiz (sav), keyfiyeti ne olursa olsun, çeşitli vesilelerle cinlerle görüşmüş ve onları irşad etmiştir. Yine O'nun (sav) döneminde şeytanın çeşitli şekillerde temessül edip insanları kandırmaya çalıştığı da bilinen bir gerçektir.
Nitekim, Efendimizin (sav) hicretlerine tekaddüm eden günlerde, 'Dârü'n-Nedve' denilen kulüpte toplanan Mekke müşriklerinin arasında, Necidli bir ihtiyar kılığında şeytanın bulunduğu da rivayet edilir. Bu da, insî ve cinnî şeytanların birleşerek, Allah Rasulü'ne (sav) bir komplo kurmaya çalıştıklarını gösterir. Zaten İslam'ın zuhurundan sonra da 'Daru'n-Nedve', daima İslam'ı imha planlarının yapıldığı bir yer olmuş; küfür sistematiği hep orada idare edilmiş ve yapmak istenen şeyler orada planlanmıştır. Aslında bu paralelde olarak, yirminci asrın cahiliyesinin 'Dâr'ün-Nedve'leri, değişik ad ve unvanlarla yeniden ihya edilmeye çalışılmaktadır.
Günümüzde Amerika, Rusya, Çin ve Avrupa'nın hemen bütün ülkelerinde gece gündüz çalışan sayılamayacak kadar çok 'Nedve' teşkilatları, hem de aralıksız bir şekilde, İslam ülkelerinin yıkımını planlayıp durmaktadır. Bir devrede Haçlı Seferleri'ni hazırlayan aynı güç odaklarının, dünya durduğu ve yer yüzünde bir tek Müslüman yaşadığı müddetçe bu karanlık faaliyetleri devam edeceğe benzer.
İşte o gün de Dâr'ün-Nedve'de Rasulü Ekrem'i ve Ashabı'nı imha için bir plan yapmak üzere Mekke müşrikleri biraraya gelmişlerdi.. ve şeytan da onların aralarında bulunuyordu. İhtimal müşrikler, işin idaresini ellerinden kaçırdıklarını anlamaya başlamış ve adeta panik içindeydiler. Acaba ne yapmalıydılar.. evet işte onları biraraya getiren gündemin ana maddesi buydu. Şeytan, ileri gelenlere görüşlerini sordu. Bu arada geleceğin büyük sahabisi Hişam b. Amr söz aldı ve 'O'nu, bir ata bindirip çöle götürelim. Daha sonra da bir daha Mekke'ye dönmemesi için tembihte bulunalım. O bizim, biz de O'nun şerrinden emin oluruz.' dedi. (Haşa ki O'nda şer olsun. O, bütünüyle hayırdır ve yeryüzünü hayırla doldurmakla vazifelidir. Bizim hikaye yoluyla dahi olsa O'na şer isnadına gönlümüz razı değildir. Fakat, o gün henüz İslam nurundan mahrum olan Hişam böyle diyordu.)
Ancak şeytan bu görüşü beğenmemiş ve: 'Siz, bu kadar tesirli bir insanı ıssız bir çöle dahi salsanız, mutlaka O, bir güçlü ses ve soluk olarak geri gelir.. gelir ve sizi burada teslim alır' dedi.
Bunun üzerine orada bulunan bir başkası şöyle bir görüş ileri sürdü: 'O'nu bir hücreye kapatalım. Sadece hava alacağı bir delik bırakalım. Ekmeğini, suyunu verelim ve ölünceye kadar orada tutalım...'
Necidli ihtiyar bu görüşü de beğenmedi ve: 'O'nu uzun süre orada tutamazsınız. Kavim ve kabilesi, O'na inananları da yanına alır ve ne yapar yapar O'nu oradan çıkarırlar' dedi.
Üçüncü görüş, şeytana üstadlık yapan Ebu Cehil'e aitti ve: 'Her kabileden birer, ikişer genç seçelim. Onları organize edelim. O'nun üzerine hep beraber saldırsınlar ve O'nu hep beraber öldürsünler. Böyle yaparsak Hâşimoğulları kan iddia edemezler. Bütün kavim ve kabilelerle savaşmayı da göze alamazlar' teklifinde bulundu.
Şeytan bu görüşü çok beğenmiş ve karar da Ebu Cehil'in görüşüne göre verilmişti.. (1) verilmişti ama, onların bu zalimane kararı semayı ihtizaza getirmiş ve Allahu Teâlâ, Rasulü'ne şu ayetleri inzal buyurmuştur:
'İnkar edenler seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da (yurtlarından) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir. ( O, kendisine karşı tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirir.)' (Enfal, 8/30)
Hicret'e tekaddüm eden günlerde insî ve cinnî şeytanların Efendimize (sav) kurduğu tuzaklardan ve bugüne gelinceye kadar da Daru'n-Nedve'lerin İslam düşüncesi adına birer imha karargahı olduklarından daha önce bahsetmiştik. Bütün bu sıkıntılı dönemlerden sonra, tamamen İlahi bir imtihan olan, Cenab-ı Hakk'ın, Efendimize (sav) hicret emrini vermesiyle, artık farklı bir döneme girilmiş olmaktadır. Bu yönüyle de hicret, ayrı bir konu ve ayrı bir destandır. Evet O, İslam Site Devleti'ne atılan ilk adım ve dehayı mucizeleştiren bir aksiyondur.
Gel 'öl' dendiğinde, ölüme gülerek gidebilecek bir nesil yetiştirmedikçe hicreti de, hicrete terettüp eden semereleri de elde etmek oldukça zordur. İşte Hz. Ali! Hicret esnasında fedâiliği temsil eden bu yiğit!... Evet nasıl o, henüz yaşı 'on' bile değilken, Allah Rasulü'nün (sav): 'Bu davada bana yardımcı olan yok mu?' beklentisi karşısında hiç tereddüt etmeden, 'Ben varım Ya Rasulallah!' (2) demiş ve bu bezme girivermişse; sinesinden yediği hançerle yere düşüp şehid olacağı ana kadar da bu anlayışından zerre kadar taviz vermemiş ve hayatın bütün safhalarında kendisinden beklenen misyonu mutlaka eda etmiştir.
Hicret günü, kendisinden ölüm döşeğine girmesi istendiğinde, damarlarında hayat fışkıran bu genç, hiç tereddüt etmeden, Cennete buyur edilmişçesine yatağın içine girmiş ve bu davaya baş koyup canından dahi vaz geçtiğini bir kez daha isbat etmiştir. Zira Allah Rasulü'ne en yakın olanlardan biri oydu ve O'na en yakın olmanın bedeli de işte buydu. Evet o, bir taraftan Nebiler Serveri'nin amcasının oğlu, diğer taraftan da, o yaşa kadar bakımını-görümünü üstlenen Hz. Peygamberin (sav) manevi oğlu konumundaydı. Daha sonraki dönem itibariyle de, Efendimizin (sav) biricik kızı, Cennet kadınlarının efendisi Hz. Fatıma'yı ona nikahlaması da, onun bu yakınlığını ve bu misyonun sahibi olması bakımından çok önemliydi. İşte bu vasıflarla muttasıf Hz. Ali, canını dahi feda edecek bir fedainin gerektiği yerde ön plana çıkıyor veya çıkartılıyordu.
Dünden bugüne uğruna canların feda edildiği bu davanın, canları pahasına korunması gerekir. Evet Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve daha nicelerinin canları pahasına omuzlayarak bugünlere taşıdığı İslam, ilelebed devam ettirilecek kutsal bir davadır. Allah (cc), 'Allah seni insanlardan koruyacaktır' (Maide, 5/67) ifadesiyle, Efendimiz'le beraber O'nun o yüce davasını da koruyup muhafaza edeceğini teminat altına almıştır. Bu teminat sayesinde O'na karşı olan sevgi, her an gönüllerde kendini daha bir hissettirecek ve bunu silmeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.
Şeytanın, Mekke müşriklerini idlal için kurduğu planlar o gün için boşa çıkmıştı; ama onun, bu mevzudaki cehd ve gayreti hiç mi hiç eksilmemişti. Nitekim Bedir savaşı sırasında insan kılığında temessül ederek, kafirlerin saflarına katıldığını, müşriklere moral vermeye ve destek olmaya çalıştığını Kur'an şöyle anlatmaktadır.
'O zaman şeytan onlara yaptıkları şeyleri süsleyip güzel göstermiş: 'Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur. Ben sizin yanınızdayım' demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce, şeytan ardına dönüp: 'Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ben Allah'tan korkarım, zira Allah'ın cezası çetindir' demişti.' (Enfal, 8/48)
Bazı müfessirlerin ifadelerine göre şeytan burada, Sürâka b. Mâlik kılığında görülmüştü. (3) Çünkü Sürâka cesur bir süvari olup hicret esnasında Allah Rasulü'nü takip ettiğinden dolayı, (4) Mekkeli müşrikler tarafından sevilen, sayılan bir insandı. İşte şeytan Mekkeli müşriklerin kuvve-i maneviyelerini takviye için bu yola baş vurup, Sürâka şeklinde temessül etmişti. Ancak iki ordu karşılaşınca, biraz önce galibiyet vadeden şeytan, '..ben sizin görmediklerinizi görüyorum' deyip tabana kuvvet, gerisin geriye kaçmaya başlamıştı. Çünkü diğer tarafta sahabi kılığına girmiş (Zübeyr b. Avvam gibi) binlerce nişanlı melek saf tutmuş, (5) çarpışmak için adeta emir bekliyor... Demek ki Allah (cc), yerdeki bir avuç askerini gökteki melekleriyle her zaman teyid ediyor. Evet, bütün kefere ve fecere bir araya gelse ve İblis ordularıyla seferber olsa bu ordunun karşısında durup mukavemet edemeyecek, aksine hezimete maruz kalacaklar. Bunu, çok iyi bilen İblis de mecburen yerinde duramamış, arkasına bakmadan kaçmaya başlamıştı.