Aksiyon ve Kalbî Hayat
Tahmini okuma süresi: 7 dk.
615 defa okundu.

Kitap:Kırık Testi 1



Bazı insanlar devamlı vatana millete hizmette koşturuyor; ama zahiren ibadet ü taatta çok derin görünmüyorlar. Bunun yanında maneviyata açık, içe doğru derin, dış dünyaya biraz daha kapalı insanlar da var. Bunlardan hangisi daha makbuldür?

Bunların hepsi ayrı ayrı meziyetler. Hepsinin ayrı yeri vardır ve insanın affına vesile olabilir. Ama en iyisi ve en mükemmeli, hem Rabb'imizle münasebetimizde sağlam durmak, hatta mazhariyetleri hissetmemek, yukarıda arz edildiği gibi devamlı ibadete, evrâd u ezkâra iştiyaklı olmak; hem de "Beni bunca nimetlerle perverde eden (besleyen) Rabb'imi duyurmalı, sevdirmeli değil miyim?" demek. Bu şekilde câmî (pek çok hususiyeti üzerinde barındıran) insan olunur. İnsanı kâmil de, böyle tiplerden çıkar. Çünkü, insanı kâmil câmîdir; yani ruhî ve kalbî hayatıyla, sırrı, hafîsi ve ahfâsıyla, letâifi zâhiresi ve bâtınasıyla hep aynı noktada bulunur; Allah karşısında aynı duruşa muvaffak olur. Tek yanlı olanlardan câmî insan ve dolayısıyla insanı kâmil çıkmaz.

İkinci bir mesele de; bazı insanların fıtratı metafizik mülahazalara açıktır; bazılarında ise irşad etme, tebliğde bulunma, insanları Allah'a (cc) yönlendirme istikametinde koşturma.. daha önde gelir. Bazılarının tabiatında birisi var, diğeri yoktur. Bazılarının fıtratında ise bu vardır, öbürü yoktur. Allah Teâlâ, murad buyurursa tabiat değişikliği de lütfeder. Yani, bir insan vardır ki, inançsızlıkla, küfür düşüncesiyle sürekli yakapaça olur; hep mücadele içindedir. Ama beri tarafta kendini çok ihmal etmiştir. İbadet ü tâat, evrâd u ezkâr, geceleri kalkıp az bile olsa başını yere koyma, biraz inleme.. böyle şeyler yok denecek kadar azdır onun hayatında. Ancak, Allah (cc) dilerse tabiatları değiştirir, halden hale koyar, bu O'nun için kolaydır. Bunun için, me'surat Efendimiz'den (sav) rivayet edilen, Kur'an ve sünnet kaynaklı dualar arasında görmediğim şu dua her zaman söylenir: "Allahümme ya muhavvile'lahvâl, havvil hâlenâ ilâ ahseni'lhâl Ey varlığı halden hale sokan Allah'ım, mevcut halimizi en güzel şekle çevir."

Bize hoş bakıp hoş görmek düşer. Öyleki, vatanamillete hizmet için "Bu niye böyle?" demeden, meselelerin dedikodusunu yapmadan, canla başla koşturup duran insanlar oluyor. Bu hal, Allah indinde çok hora geçiyor, çok değer ifade ediyor. Bu öyle bir artı ki, onun bütün eksilerini kapatıyor, hiç eksik bırakmıyor arkada.

Bazı müstesna zatların özel halleri mahfuz, insanın ibadetlerinden zevk alması farklılaşabilir. Bazılarının ibadete iştiyakındaki boşluklar, aralıklar dar olur. Ancak, çok mütekâmil insanlarda bile böyle aralıklar yaşanabilir. Bu bizi aldatmamalıdır. Mesela, birisi teheccüdünü hiç kaçırmaz, her gece aynı iştiyakla bu semavî sofraya iştirak etmeyi hiç ihmal etmez, kaçırsa kendine levmeder. Fakat, her zaman aynı seviyede iştiyakını koruyamayabilir. Zaman zaman öyle bir hale gelir ki, artık orada ibadet isteği hiç yok gibi olur. Ancak, insan bu hususta kararlı olmalı, kendi vefasını ortaya koymalı.

Şartı adi planında Allah (cc) insanın iradesini çok önemli görüyor. Ve insanın vefasına da çok değer veriyor. Onu kendi vefası için bir sözleşme maddesi kabul ediyor; "Evfû bi ahdî ûfi bi ahdiküm (Bakara, 2/40) Evvela siz sözünüzde durun; ben de ahdimi yerine getireyim." diyor. Bu, insana değer verme demektir. "Adımını sen at; Ben onu karşılıksız bırakmam." demektir. Yoksa, bunu mükellefiyete zorlama şeklinde anlamamak gerekli. Aynı şekilde şöyle buyruluyor: "Fezkurûnî ezkurkum". (Bakara, 2/152) "FezkurûnîBeni anın".. buna çok değişik mânâlar vermişlerdir; "Beni ibadet ü taatle anın, Ben de sizi lütuflarımla anayım. Beni, sizin üzerinizdeki nimetlerimle anın, Ben de yeni nimetler vermek suretiyle sizi yâd edeyim. Siz, Beni yeryüzünde mükellefiyetler çerçevesinde anın; Ben de sizi melei âlânın sakinleri arasında anayım." Bu, insan iradesine değer vermektir. Onu, kendi icraatı sübhâniyesi için adeta bir esas kabul etmektir. Bunu, "Siz şu angaryanın altına girin; Ben de sizi lütuflarımla anayım." şeklinde anlamak hâşâ Cenâbı Hakk'a karşı saygısızlık olur. Annebabanın çocuğuna, "Hadi sen şu topa bir vur, seni omuzuma alacağım." demesi gibidir, öyle anlamak lazım.

Rabb'imizle muamelenin müminler hakkında böylesine yumuşak ve kul hesabına planlanmış gibi gösterilmesi ki öyledir Rabb'e saygının gereğidir ve çok önemlidir. Her meselenin, bizim hesabımıza, bizim fayda ve çıkarımız nazarı itibara alınarak planlanmış, kaderî programın ona göre ayarlanmış olduğu görülmeye çalışılmalı. Bu mevzuda yanlış anlayışlar, çarpık düşünceler varsa mutlaka tashih edilmeli. Yoksa Rabb'imize karşı saygıda kusur edilmiş olur. Çünkü O, anneden de, babadan da daha şefkatlidir. Burada "daha şefkatli" sözünü söylüyoruz; zira, ismi tafdîlden daha mübalağalı bir kullanım bilmiyoruz. Allah Rasûlü (sav) de öyle kullanmış: "Allahü Erhamu" demiş; "Allah, annenin evladına olan şefkatinden daha şefkatli." Bu, bizim kelimelerimizin darlığıdır, yoksa O'nun kullarına olan şefkatini ifade edemeyiz. Zahiren kötü gibi görünen hastalıklar da kulun muvakkat hayatında ebedi saadeti için çok önemli sıçrama tahtalarıdır. Mesela, baştan ayağa malülsünüz (sakat, hasta); canınız yanacak şekilde kolunuza bir iğne batırıyorlar, canınız yanıyor, "of yandım" diyorsunuz. Ama neticesinde rahatsızlığınız sona eriyor, iyileşiyorsunuz. İşte bu menfi gibi görünen şeyleri de öyle değerlendirmek lazım.

Üstad Hazretleri bazı kimselerin faziletlerini anlatıyor ve "Şöyle şöyle görüyordum; anladım ki onun bir hastalığı varmış, hastalığını ketmediyor, sabrediyor ve katlanıyormuş. Birinde de şöyle bir mükemmellik gördüm, meğer annesinebabasına çok iyi bakıyormuş." diyor.