Kitap:Fasıldan Fasıla 1
Bizim hayat-ı içtimaiye hakkında söylediğimiz sözler, yaptığımız değerlendirmeler, hep 'esbab-ı adiye' ölçüsünde cereyan eder. Eğer Cenab-ı Hakk, bu adi sebepleri kendi büyük icraatına birer şart olarak kabul buyurur ve icraatını da sözünü ettiğimiz o sebeplere bağlarsa o şey oluverir. Buna, isterseniz, 'Esbabın perdedârlığı' da diyebilirsiniz, Cenab-ı Hakk'ın kelamında tenezzülat olduğu gibi, icraatında da esbaba böyle değerler atfetmesi her zaman söz konusu olabilir. Ancak yine de, meşiet ve dileme O'na aittir. Evet, bütün sebepler bir araya gelse, O dilemedikten sonra hiçbir şey olmaz. Onun için, sosyolog ve düşünürler, ne derlerse desinler ve hâdiseleri nasıl yorumlarlarsa yorumlasınlar biz, netice hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz ve dediklerimizin yüzde yüz isabetini de kat'iyen iddia edemeyiz. Böyle bir iddia, haddini bilmezlik olur. Bu sebepledir ki, yorumlarımızın sonuna mutlaka bir 'İnşaallah - Allah dilerse' ifadesi eklemeli ve sözlerimizi bu misk-ü amberle hitama erdirmeliyiz. Bunu söylerken, neticede sebeplerin hiçbir önemi yoktur, demek de istemiyoruz; sadece, sebeplere hakiki mânâda tesir vermenin doğru olmayacağını hatırlatmak istiyoruz. Bu kanaatimiz mahfuz kalmakla beraber, içtimaî hayatın gel-gitlerini bilmek ve neticeye ait -ihtimal kaydıyla- kanaatlerimizi izhar etmek her zaman mümkündür ve vakidir. Mesela: Sosyologlar, devlet ve milletlerin yıkılmasında ahlâkî çöküntünün müessiriyetinde ittifak halindedirler. Ahlâk anlayışındaki bazı küçük farklılıklar bu ittifaka zarar vermez. Hakikaten kadimden bu yana, hangi toplumda ahlâkî çöküntü artmışsa, o toplumun yıkılışı süratlenmiştir. Belki her toplumun yıkılışı adına kesin bir süre takdir etmek mümkün değildir, ama, böyle bir neticeyi vurgulamak da yanlış olmasa gerek. İşte sosyologlara ait değerlendirmelere, bu perspektiften bakmak gerekir. Elbette bu değerlendirmelerin haklı bir yanı vardır; ancak bütününe aynı haklılığı tanımak doğru değildir.