Kitap:Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil 2)
Günümüzde ilmî gelişmeler görülmedik bir hız ve seviyeye ulaştı ve çağımız âdeta bir sürprizler çağı haline geldi. Diyebiliriz ki; şu son çeyrek asırda , ilmin insanoğluna armağan ettiği yeni buluş ve keşifler, önceki devrelere ait bütün buluş ve keşiflerden daha fazla olmuştur. Gün geçmiyor ki mikro âlemden makro âleme kadar çok geniş bir sahada, bir sürü yeni yeni şeyler ortaya konmasın ve varlığa ait bir yığın meçhûl ve karanlık noktalar aydınlığa kavuşturulmasın. Atomlar âleminden nebülozlara, canlılar âleminden insan uzviyatına (organizma), teknoloji ve elektronikten lazere kadar sayısız keşif ve tespitlerin hemen her gün, gazete ve mecmualar vasıtasıyla dünyanın dört bir bucağına yayıldığını duyuyor, ya seviniyor ya da korku ve paniğe kapılıyoruz.
Bu hız ve tempo ile gelişen ilim ve teknolojinin, çok yakın bir gelecekte, topyekün kanaat,düşünce ve ilim anlayışına tesir edebilecek, yeni keşifler ortaya koyacağı da gözden ırak tutulmamalıdır. Dönüp yakın geçmişimize baktığımız zaman, dünden bugüne, çok şeyin değişmiş olduğunu görürüz. Daha dün, herkesçe değişmezliği kabûl edilen Galilello'nun mekân telâkkisi, Newton'un câzibe-i umumiyesi (genel çekim) yerlerini 'rölativizm'e terk ederek bugün tarihî birer faraziye (teori) hâline geldiler. Maddenin, her şeyin esası olma görüşü, bir hayli zamandan beri, herkesin kuşkuyla baktığı bir mevzu olmuştu. Bugün ise artık madde kadar, madde ötesi şeylerin de kendilerine has çizgide, araştırıcının perspektifine girdiğini görüyoruz. Öyle anlaşılıyor ki yakın bir gelecekte, madde kadar anti-madde, atom kadar anti-atom, ilim mahfillerinin müşterek araştırma mevzuu hâline gelecek ve fiziğin ele alındığı her yerde, mutlaka, metafizikten de bahsedilecektir.
İlim, duyu organlarımızla kavranan nesnelerle meşgul olur. Bunun dışında kalan gerçekleri de tecrübelere dayanılarak elde edilen neticelerin ışığı altında izah etmeye çalışır. Duyularla (hasse) tespit edilememiş, doğruluğu ispatlanamamış bilgilere ise ilmî metodolojiyle, gerçek olduğu belirleneceği âna kadar bünyesinde yer vermez. Meselâ: Gözle gördüğümüz şeylerin keyfiyetleri bir tarafa, onların sabit birer hakikat olduğunda kimse tereddüt etmez. Keza; kulaklarımızla duyduğumuz, dokunarak hissettiğimiz ve diğer duyu organlarımızın sahasına giren eşya için de, aynı şeyleri düşünebiliriz... Duyu organlarımızla varlığını sezemediğimiz 'manyetik' ve 'elektronik' alanların mevcûdiyetini ise pusula ve benzeri aletlerle tespite çalışırız. İlim, bugün, sahip bulunduğu alet ve vasıtalarla, ancak bu kadarını tespit edebilmekte, 'elektrik', 'manyetik' ve 'kütle-çekim' sahalarının dışına çıkamamaktadır. Bu alanların mevcudiyet ve keyfiyetini ispatlayacak alet ve vasıtalar keşfedildikçe, bunlar da ilmin araştırma mevzûu içine girecektir.
Bu itibarla günümüzde, ilmin her şeyi ihâta ettiğini ve gidip nihaî hedefine ulaştığını iddia etmek, hem büyük bir yanlışlık, hem de fennin ortaya koyduğu şeyleri görmezlikten gelmenin ifâdesidir. Aslında bugün, ilmin ortaya koyduğu keşif ve buluşlara bakıldığında, bildiklerimizin, bilmediklerimizin yanında 'hiç' denecek kadar az olduğu görülecektir. Bunun aksini iddia etmek, hem realitelere aykırı, hem de mevcutla yetinme gibi, bir himmet zaafı ve bir irticaî harekettir. Her devirde, ilmin ulaştığı noktaları, varılabilecek en son hedef telâkkî edenler, böyle düşünmekle ilmî araştırmaların yolunu tıkamış ve kültür hayatının sîmasını karartmışlardır.
Onun için bizler, bugüne kadar öğrenip bildiklerimizin, yeni baştan kritiğe tâbi tutulmasını, eski bilgilerimizin, yeni keşiflerin ışığı altında tekrar ele alınmasını; hem yanlışlarımızın düzeltilmesi; hem de mevcut tıkanıklıkların açılması bakımından zarûrî görmekteyiz.
Evet, yeniden semâ ve yeryüzünün umumî durumları; birbirleriyle olan münasebetleri; gece ve gündüzün düzenli şekilde, artarda gelmesi; canlı-cansız varlıkların kendi dünyaları içindeki hususiyetleri; insan ve hayvan organizmasının hareket, fonksiyon, hedef ve gâyeleri; nihayet toprak-su, bunların terkipleri ve canlılarla olan münasebetleri mutlaka ele alınmalı ve modern metotlarla tahlile tâbi tutulmalıdır. Ancak bu suretle, ilmî araştırma usûlüne (ilmî metodoloji) göre ispatlanamamış nazariyeler, yanlış tespitlerle ortaya konmuş kaideler, yeni baştan gözden geçirilecek ve yanlışlar düzeltilmeye çalışılacaktır.
Bir ilim adamı için usûlüne göre araştırma yapmak, ilmin haysiyetine saygılı olmanın ifâdesidir. İlim yapıyorum diyerek, ispatlanamamış faraziyelerle, ilim yuvalarını meşgul edenler, hem yığınları aldatmış, hem de ilmin haysiyetiyle oynamış olurlar.
En basit şekliyle ilmî bir araştırmada usûl şudur: Evvelâ mevzu belirlenerek, öğrenilmek istenen şey açık-seçik olarak ortaya konur; sonra o mevzuda, daha önce yapılmış araştırmaların neticeleri gözden geçirilir; daha sonra, toplanıp değerlendirilen bu bilgilerden elde edilen sonuçlar tespit edilir; yapılan bu tecrübelerle ortaya konan neticelerin, doğru olup olmadığını tam tayin etmek için, bir düzine yeni denemelere girişilir; bu denemelerle, ortaya konan nazariyenin doğrulanmadığı görülürse, yeniden başa dönülerek, daha başka araştırmalar yapılır; bilgiler toplanır ve eski-yeni bilgiler bir araya getirilerek, bu bilgilerin ışığı altında nazariyeye yeni şekil verilir. Böylece, tecrübelerle gerçek olduğu ortaya konan şeyler kaydedilir; sonra da sabit bir prensip hâline getirilmek istenen bu gerçeğin, umumileştirilip umumileştirilemeyeceği araştırılır; umumileştirilebilecekse, onunla benzeri hâdiseler arasındaki münasebetler değerlendirilerek bütünlük teminine gidilir.
Modern metodolojinin de benimsediği bu araştırma usûlü, ilmî tespitler için 'objektif', bir usûldür. Binaenaleyh, böyle bir usûlle araştırmaya gidilmeden, bir şeyin doğru ve sabit olduğunu iddia etmek ve ona ters gelen şeyleri de ret ve inkâr, kat'iyyen ilmî değildir. Zan ve tahminlere bina edilerek ortaya sürülen düşünceler, sadece birer nazariye ve bu nazariyelere dayanılarak elde edilen umumî kaideler de birer aldatmacadır. Bu türlü zan ve tahminlerle ilmî gerçeklere gidilemeyeceği gibi, bunlara dayanılarak, müşahede veya sıhhatli haberlerle teyit edilmiş, ya da usûlüne göre ispatlanmış hakikatler de inkâr edilemez.