Hak Düşüncesi
Tahmini okuma süresi: 8 dk.
476 defa okundu.

Kitap:Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil 2)



İnsan hayatının en yüksek gâyesi, ferdin yükselip rûhuyla bütünleşmesi, 'fizik ötesi' aydınlıklara ulaşarak, Yaratıcı'nın esrârına vâkıf olması ve rûhânî zevklere ermesidir. Bu ulvî hedefe doğru kanatlanan ruh, hep mutlu; bu istikamette gösterilen her gayret içlere aydınlık verici ve mübeccel; bu hayatı ele alan insan fazîletli ve öyle insanların ülkesi de fazîlet beldesidir.
İnsanı, hayvanlardan bir hayvan telâkkî eden düşünce, ona en büyük kötülüğü yapmıştır. Bu düşünce, evvelâ fertte yücelme arzusunu yıkmış; onu alıp, fazîlete götürecek yolların bütününü tıkamış ve insan cemaatlerini, haşerât sürüleri hâline getirerek, onları, kendilerine eğilme, kendilerini kontrol etme idrak ve irâdesinden mahrum bırakmıştır. Bu telâkkiye göre, kuvvetlinin zayıfı yok etmesi; mücadele imkânı bulamayanların kahrolup gitmesi gayet tabiî ve zarurîdir. 'Natürel seleksiyon'dan alınan bu anlayışın, insan cemaatlerine tatbîk edilmesi, hakka hürmet hissini yıkmış; kuvveti azgınlaşdırmış ve hürriyet fikrini sınırsızlaştırarak, insanı diğer canlılar seviyesine düşürmüştür. Bu yanlış telâkkiye göre hak, bütün müesseseleriyle kuvvete bağlanmış; kimin bedeni, pençesi, yumruğu kuvvetli, kimin, kalemi, cerbezesi yerinde; kim, ileri gelenlerle münasebet içinde ve varlıklı ise, o haklı görülmüş, alkışlanmış; kim de zayıf, iktidarsız, parasız ve müdâhene bilmiyorsa, hep horlanmış ve küçük görülmüştür. Ve tabiî, bu arada, rûhun kuvveti, hakkın kuvveti, inancın kuvveti hâfızalardan silinerek, nesillere unutturulmağa çalışılmıştır. Bu durum ise hak ve ehl-i hakkı, mütegallib zâlimler karşısında zayıf düşürmüş, dolayısıyla da zillete uğratmıştır. Hele bunun ardından, insan nefsini şaha kaldıran, şahsî haz ve menfaatlere düşkünlük gibi, alçaltıcı düşüncelerin ruhları çepeçevre sarması, bu iklim insanını bütün bütün zâlimlerin oyuncağı hâline getirmiştir. Artık toplumca, aç kurda karşı sevgi gösterilmekte; o da dönüp bu canlı cenâzelerden dişinin kirasını istemektedir.

Geçen asırlarda, zâlimlerin konaklarının etrafında, mutluluk araştırma uğruna, zillet gören, horlanan, buna karşılık, zulmü alkışlayan, zâlime methiye çekenlerden halkalar teşekkül ediyor; kuvvete tapanlardan kuyruklar oluşuyordu. Daha sonra ise bunların yerine, o güne kadar zulme uğradığını iddia eden ayrı bir gürûh; hem de kin ve nefret hissiyle ortaya çıkacak ve 'lânet ile anılan cebâbirenin en küstahına rahmet okutturacaktır.' Bu dönemde de yine kuvvet hâkim, hak ve haklı onun elinde esir... Değişen şey, sadece müstebit bir azınlığın yıkılması ve istibdadın tevzi' edilmesinden ibarettir...

Eskiden zulüm ve gadir bir veya birkaç şahısdan gelmesine karşılık, şimdi yığınlar zâlimdir. Geçmişin gaddâr fertlerinin yerinde, her tarafa yayılmış şebekeler vardır. Artık cemiyet içinde, yaşayan onlar, gülüp eğlenen onlar ve her tarafta neşeli görünen onların uğursuz ve sarhoş çehreleri... Bu toy-düğün içinde mazlumun iniltisini ne duyan ne de ses veren var!..

Bu hususlar, ne ilk hâlleri, ne de acıklı ve ızdıraplı neticeleriyle bizim dünyamızın görüp bildiği şeyler değildi. Bunlar, hemen bütünüyle ilk defa, hak mefhumunun bilinmediği, hürriyet anlayışının su-i istimâl edildiği, batı toplumu içinde belirdi. Sonra da 'sanâyi inkılâbı' ve gelişen teknolojinin vesâyâsı altında, dünyanın her tarafına yayıldı. Henüz gelişmemiş ülkelerin, ilme ve tekniğe duydukları aşırı sevgi ve alâka sayesinde, hemen her yerde hüsn-ü kabûl ve misafirperverlik gördü. Böylece, ilim ve teknolojiye gösterilen iştiyak, gidip, berbat bir 'açık kapı' siyasetine incirar etti. Artık, parola sorulmadan, millî bünyeye uyup uymadığına bakılmadan, her şey içeriye alınıyor, her şeye evet deniyordu; tabii, daha çok da içtimaî bünyeye zararlı olan şeylere... Böyle bir devreden sonradır ki; bu ülkenin insanı, Bavyera çılgınlığı ve Anglosakson ahlâkıyla, aldatan aldatana, ezen ezene... Kuvvet, tek söz kesen; hürriyet dillerde pelesenk ve her mefsedetin dayanağı!..

Bu yeni felsefeye göre, tüccar, malını istediği fiyata satmada; ihtikârcı, mevsim kollayıp mal stok etmede; bir kısım kimseler, atalarının fâtihler olarak gittikleri ülkelere, bilmem hangi maksat ve gaye için gitmede; her gün biraz daha azgınlaşan ve şirâzeden çıkan neşriyat, hem de irfan adına, 'lâ-ahlâkiliği' en ücra yerlere kadar götürmede; göze, kulağa hitap eden 'yayın organları'yla, düşünce istikameti, din, dil tezyif edilmede; mektep çağındaki gençler, her türlü yüksek duygu ve millî değerleri ezip geçerek 'kargaşa'ya pey çekmede; dînî his ve düşünceyi istismar edenler, her mırıldanışlarına karşılık, halktan bir şeyler beklemede ve bir şeyler cerretmede hürdürler ve böyle davranmakta da hem haklı, hem de akıllıdırlar! Âh, bütün melânetlere geçit veren hürriyet, sen ne zâlimsin!..

Evet, bugün insanlığın büyük bir kısmını kıskacı içine alan bu düşünceye göre, çok hasta celbetme yolunu keşfetmiş bir tabip; haklı-haksız her davayı omuzlayan bir avukat; ilim ahlâkı ve mesuliyet duygusundan mahrum ve çizdiği projelerle sadece kazanmayı düşünen bir mühendis ve mimar; hançeresini, halkın saf duygularını istismarda kullanan ağıtçı sanatkâr; sattığı gıda maddelerini akla hayâle gelmedik şekilde bozan ve fakat, müşteri temin etmesini de bilen satıcı; sahte ilaçlarla, halkın sağlığıyla oynayan eczacı; yağı patatesle, sütü su ile karıştıran mandıracı akıllı ve becerikli; buna mukâbil, kendi hakkı kadar başkalarının hak ve hürriyetlerine de saygılı olan, fazîlet için yaşayan yüksek ruhlar aptal ve muhâkemesiz!..

Temelinde, her şeyin maddeye dayandırıldığı böyle bir dünyada, hakiki insan ve insanî cemaatler yerine, bir hayvan topluluğu, bir cismaniyet ve beden insanlığının ikâme edilmesi, insanî değerler ve hak mefhumunun unutulması tabiî ve kaçınılmaz olur. Oysaki insanlığın mutlu geleceği, hakka gereken değerin verilmesine; onun, bâtılın savletinden kurtarılmasına; hürriyet anlayışının sınırlandırılmasına; düşünenlerin, çalışanların, başkaları için yaşayanların ve hayatlarının meyvelerini milletlerine armağan edip bir garip gibi bu dünyadan göçüp gidenlerin hürriyetlerine arka çıkıp, onları 'ilelebet' yaşatmakla mümkün görülmektedir.

Evet, artık bizler, bedenî hazlarının esîri ve alçaltıcı duygularla her gün biraz daha sefîlleşen çehreleri görmek istemiyoruz. Bizler, hakka esir olmakla, vicdanında huzura ermiş ve zâlimlerin karanlık ve şâibeli işlerinden uzak kalabilmiş, nâsiyesiyle semâvî güzellikleri aksettiren, temiz sîmâları görmek istiyoruz. İnanç ve ümîdin, hizmet ve sevincin, sevgi ve insanlığın rengârenk birer çizgi hâlinde billûrlaştığı bu çehreleri, mesut ülkenin koruyucu melekleri sayıyor ve alkışlıyoruz.

Sonsuzluğa doğru aka aka durulmuş, talihine şükran hisleriyle tebessüm eden ve deryada mâhînin, sahrada âhûnun diliyle bütün güzelliklerin kaynağı, Yaratıcı'yı araştırıp soran, ebed bezmiyle kendinden geçmiş bu hakikat erleri ne mübecceldirler!..


Sızıntı, Mayıs 1983, Cilt 5, Sayı 52