Kitap:Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil 2)
"Bir garipsin şu dünyada
Gülme gülme ağla gönül!" (Yunus)
Bir avuç gönül eri, bir düzine meçhûl kutsilerdir garipler. Ah edip inleyen, sînesini yakıp sızlayan, gönül verdiği yüce hakikatlardan ötürü dövülüp kovulan; her gün yığın yığın gailelerle burun buruna gelen; her dem ayrı bir ölümle tehdit edilen, her an horlanıp hakîr görülen; işte garip budur.
Garip, yurdundan yuvasından uzak kalan, dostundan, ahbabından ayrı düşen değildir. O, yaşadığı dünya içinde bulunduğu toplum itibariyle hâlinden, yolundan anlaşılmayan; yüksek ideâlleri, ötelere ait düşünceleri, başkaları uğruna şahsî zevklerinden fedakârlığı ve fevkalâde himmet ve azmiyle, kendi toplumunun kanunlarıyla sık sık zıtlaşıp çakışan, çevresi tarafından yadırganıp irdenen ve her davranışıyla garipsenen insandır.
Yardımlarına koştuğu yığınlar onu, kâh azarlayıp kapı kapı kovar, kâh derdest edip zindanlara tıkar, kâh memleket memleket sürgünlere yollar, kâh onun için darağaçları hazırlar 'aman vermen öldürün!' der çığlıklar atarlar. O ise yığın yığın tehlikelerin kol gezdiği bu atmosferde, her an ayrı bir ölümle pençeleşir, her lâhza ayrı bir mağdurun imdadına koşar; zaman olur, bir Heraklit gibi tehlikelerin üzerine yürür, an gelir, bir itfaiye eri gibi çevreyi saran ateşleri göğüsler ve zaman olur şefkatli bir ana gibi hep inler. Etraf cefadan, garip de vefadan asla usanmaz..!
Garip, içinde yaşadığı cemiyetle içli dışlı olamadığı, onunla sürekli diyalog kuramadığı için, maddî açıdan çok defa, kendini yalnız ve gurbette hisseder. Ne var ki baştan başa ruhunu saran diğergâmlık hissi ve başkaları adına var olma düşüncesi, ona gurbet ve yalnızlığı unutturacak kadar derin ve çok buudludur. Bir ân yalnızlık hissedip inlese bile, ruhunda kurduğu mefkûrevî dünyalarla, çok zaman mutlu ve bahtiyardır.
Garipler; baharda, başını topraktan erken çıkaran çemenlere benzerler. Toprağın ortaya çıktığı her yerde, bu şafak çiçekleri, karla buzla burun buruna gelir ve yer yer soğuğu, donu aşarak geçip, bir ulu kavga başlatırlar tipiye, borana karşı. Evet, alaca karda beyaz tülbentleriyle, güneşe gamze çakıp cilveler atan kar çiçekleri ne ise gökler ötesi âlemlere göre, bin çığlık aydınlığa koşan garipler de odur. Kara, cemre düşmeden; henüz buzlar erimeden ortaya çıkarlar. Güç bela varlıklarını sürdürür, karşılarına çıkan tehlikelerle pençeleşir, yara alır, hırpalanır ve çok defa dünya zevki nâmına bir şey tadıp duymadan 'harab olup, turâb olup' giderler. Giderler ama gidişleri de merdâne olur. Toprağın bağrına sinip, bir kaç sümbülü netice vermeden gitmezler. Onlar 'bir ölür yirmi dirilirler!..'
Garipler, ölü toplumlara hayat sunmak, onlara kaybettikleri değerleri yeniden iâde etmek için, bir düzine mukaddeslerden mukaddes düşüncelerle, her Allah'ın günü toplumun kapısına dikilir, kapının tokmağına birkaç defa asılır, sonra ruhunun ilhâmlarını haykırır ve geriye dönerler. Bu uğurda, tartaklanır, azar işitir, defalarca kovulurlar; ama kat'iyyen yılmaz, usanmaz ve hele aslâ darılmazlar. Onlar gözleri her ân ötelerde ve bir diriliş müjdesi beklemektedirler güneşin her doğup batışıyla. Her yeni günle, taptaze bir şevk kazanır ve soluk soluğa köşeyi bucağı tutar, yığınlara Hızır çeşmesine giden yolu gösterirler.
Onları anlayıp hemhâl olanlar ebedî varlığa ererler. Onlardan uzak kalanlar 'ebed-müddet' ölüp giderler. Onlar Cibril'le hem-bezm[1] olmuş, Hızır'la elli defa buluşmuşlardır. Bu itibarla, uğradıkları yerler yemyeşil ve ayaklarına ilişen toprak hayat iksiri gibidir.
Küfürler, ilhâdlar, dalâletler onların eritici solukları karşısında buz gibi erir gider; çorak yerler onların nefesleriyle İrem bağlarına döner.
Onlar, daima ızdıraplıdırlar. Bağrında yetiştikleri toplumun değişip duran duygu ve düşünceleri, bozulup giden töreleri karşısında, her ân inkîsardan inkîsara düşer ve iki büklüm olurlar. Ne var ki aynı zamanda imanlı, ümitli ve fevkalâde gerilim içindedirler. Zaman zaman yalnız, kimsesiz kaldıkları ve toplumdan hakaret gördükleri olur. Ancak, dâima neşeli ve huzur içindedirler.
'Âşina bir çehre yok ve sanki etraf bomboş,
Yollar eğri büğrü ve yokuşlardan da yokuş,
Çile, ızdırap, çığlık, inilti işte yol!
Her şeye rağmen bu yol ne tatlı ve gariplik ne hoş!'
Garibin kırık kalbinde ve bulanık bakışlarında bin hüzün ve bin keder nümayândır.[2] İniltileriyle o, Adem Nebi'yi (as) âh u efganıyla da Davut Peygamber'i (as) hatırlatır. Yad ellere düştüğü, azar görüp dost ikliminden uzaklaştığı için: 'Cüdâ düştüm güzellerden derem vâ-hasretâ şimdi!' der sızlanır ve iştiyakla vuslat gününü, yâr ile hemdem olacağı ânı bekler. Bekler de buhurdanlar gibi tütüp duran gönlüne, rahmet ilinden esip esip gelen yellerle, her an ayrı bir visâle, ayrı bir şevke erer. Bir de ruhunun ilhâmlarını sînelerine boşaltabilecek âşina gönüller bulursa, büsbütün coşar ve bir çağlayana döner garip. Ve artık aşk ile girdiği bu yolda, serveti yağma olup gitse, ocağı sönse de gam izhâr eylemez garip. Hele milletinin ruhuna saldığı kıvılcımların, bir baştan bir başa bütün ülkeyi sardığını gördükçe, başı cennetlere ermiş gibi 'dost dost!' deyip sonsuzluğa pervâz eder garip!..
Bin müjde gariplere! Bin muştu, fitnenin, fesadın ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde, ümit ve itmi'nân soluyanlara, umumun huzur ve mutluluğu için şahsî haz ve zevklerini unutanlara!
Bir de kendi ülkesinde, kendi insanına, kendi harsına karşı her gün biraz daha yabancılaşan garipler, daha doğrusu gariban vardır ki, hüzün ve ızdıraplarıyla öncekilere çok benzerler. Ama bunlar, derbeder, perişan, ümitsiz ve inançsızdırlar. Hele, kalbî ve ruhî hayatları itibariyle tamamen fersiz ve dermansız kimselerdir. Bunların gündüzleri gecelerinden daha karanlık, geceleri zalâm zalâm üstüne[3] kabri andırır. Binbir paradoksun ruhları aşındırdığı, kökten ve benlikten mahrum bu sefiller, âdeta insan-altı bir sınıfı temsil etmektedirler. Hatta akıllarının, ruhlarına yağdırdığı endişe ve elemlerle, hayattan lezzet alma noktasında, daha aşağı bir seviyeye itilmişlerdir. İçleri kapkaranlık; düşünceleri sisli, bakışları bulanık ve dimağlarında yığın yığın çözüm bekleyen bilmecelerle daha çok cehennemdekileri hatırlatmaktadırlar. Onların yaşadıkları bu hayata hayat demek çok zordur. Ama nazarlarında ölüm bir hiçlik olduğu için, bütün bütün tereddüt ve kuşkudan ibaret olan bu hayatı tercihten başka da çareleri yoktur.
Onlar için hayat bir azap; insan olmak ayrı bir musibet; ölüm bir girdap, bir karadelik; varlık bir kaos; acı duymamanın tek yolu sarhoşluk.
Bin nefrin bu türlü düşünceye ve böyle sefillere! Yazıklar olsun bu türlü gariplere!
[1] Hem-bezm: Aynı sohbet meclisinde olmak
[2] Nümâyân: Görünen, aşikâr olan, parlayan
[3] Zalâm zalâm üstüne: Karanlık karanlık üstüne