“Allahümmecalnâ minessâbırîn” diye dua ediyoruz. Belâlara karşı sabır istendiğinden, bu durum zımnen belâ istemek mânâsına gelir mi?
Tahmini okuma süresi: 7 dk.
344 defa okundu.

Kitap:Asrın Getirdiği Tereddütler 4



Sabır, insanda bir dayanma gücüdür. Yani insan, iradesini ancak sabırla gösterir. Hem insan sabırla öyle bir hâl ve keyfiyet kazanır ki, bu sayede ruhunda meknuz güç zuhur eder...
Sabır, sabredilen şeyler itibarıyla birkaç türlü olur. Bu şeylere karşı sabır, insanın kemali ve terakkisi, hakikî insan yani insan-ı kâmil olması istikametinde yükselmek için basamaklar hükmündedir. Bunlardan birisi ibadet ü taate karşı sabırdır. “İbadetin en faziletlisi, az dahi olsa, devamlı olanıdır.”1 Hiç ara vermeden yapılan işler, suyun deldiği gibi, zamanla mermeri delecek kadar tesir icra eder. Âişe-i Sıddîka Validemiz buyurur ki: “Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir ibadete başladıysa, onu bir daha bırakmazdı. Hatta ikindiden sonra nafile kılarken gördüm. Zira bir gün ikindi namazının o ilk sünnetini kılamamış, üzerimde kaldı diye ikindiden sonra onu kaza etmişti.”2 Mezhep imamlarının, delilleri değerlendirmeden kaynaklanan farklı mütalâaları bir yana, İnsanlığın Efendisi ve Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), başlattığı bu işi sonuna kadar devam ettirmek istemişti. Ashabta da bu hâl vardı...
Evet, eğer Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gün yorgun düşer de gece ibadetine kalkamazsa, gündüz onu katlamalı eda ederdi; yani 8 yapacaksa 16, 10 yapacaksa 20 yapardı. Evet O (sallallâhu aleyhi ve sellem), başlattığı bir şeyi hayatının sonuna kadar kat’iyen bırakmadı. Hadisler arasında bu mevzua delâlet edecek bir hayli rivayet var: Bu cümleden olarak Hz. Âişe Validemiz’in (radıyallâhu anhâ) şu sözünü zikredebiliriz: “Öyle namaz kılardı ki, rükûunun, kıyamının, secdesinin, kavmesinin, celsesinin uzunluğunu ne sen sor ne ben söyleyeyim!”3
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) arkasında eğer cemaatte zayıf kimseler olursa, o merhametkâni, o perverdigâr, onları düşünür ona göre davranırdı. Buyuruyor ki: “Bazen istiyorum ki, namazda uzun uzun Kur’ân okuyayım, ne var ki, bir çocuğun ağladığını duyunca, anasının heyecanını düşünüyor, namazı hızlı kılıyorum.”4 Bir seferinde O, Bakara sûre-i celîlesini okumaya niyet etmiş, derken bir çocuğun sesini duyunca وَالسَّمَۤاءِ وَالطَّارِقِ deyip kıraate son vermişti.
Aman Allahım, bu ne rikkattir! Bu nasıl bir inceliktir! Kadrini tam bilmesek de, biz nasıl tali’li insanlarız ki, bütün insanlar arasında, şansımıza O (sallallâhu aleyhi ve sellem) düşmüş. Evet, Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ): “O’nun kıldığı namazın uzunluğundan, güzelliğinden ne sen sor, ne de ben söyleyeyim!”5 diyor.
Evet O, ibadetinde hep derinlerden derin oldu.. ve bu derinliği hayatının sonuna kadar da devam ettirdi. Ne yaşlılık ne de أَنْقَضَ ظَهْرَكَ6 fehvasınca, insanı iki büklüm eden musibetler, sıkıntılar, O’nun ibadetteki incelik ve derinliğine hiç mi hiç tesir etmedi.. aksine O, sıkıştırıldıkça Allah’a karşı kulluk vazifelerinde daha bir derinleşti. Hayat-ı seniyyelerinin son yıllarında -Âişe-i Sıddîka’nın rivayetiyle- bu uzun namazların bir kısmını oturarak eda ediyor.. uzun uzun Kur’ân okuyor ve rükûa gideceği zaman ayağa kalkıyor, kıyamdan rükûa varıyordu. Farz namazları bütün hayatı boyunca, bir-iki durum müstesna hep ayakta eda etmişti. O da, hastalığının şiddetinden bayılıp düştüğü ve kendinden geçtiği zamanlarda...
Bazı zamanlarda da O (sallallâhu aleyhi ve sellem), âyetleri oturarak okuyordu, ne zaman ki, okuma niyetinde olduğu miktardan 30 veya 40 âyet kalıyordu, bu sefer kalkıyor ve onları ayakta okuyor, sonra da rükûa gidiyordu. Çünkü ta bidayette ibadeti böyle başlatmıştı ve sonuna kadar Rabbimiz’le arasındaki bu münasebeti bozmadan, aynı seviyede götürmek istiyordu. O bakımdan ibadet ü taatte, sabır çok önemli bir meseledir ve bu sabrı sürdürebilenler önemli bir terakkidedir.
İkincisi, mâsiyete karşı sabırdır. Bu sabır hususiyle günümüzün gençleri için çok ehemmiyetlidir. Bilhassa sokakların birer kanal hâline gelip mâsiyetle aktığı ve göz yoluyla kalbimize giren günahların vicdanlarımızı yaraladığı bir dönemde, mâsiyete karşı dişini sıkıp günaha girmeme ve günahlar karşısında sarsılmama çok önemli bir husustur. Bu da insanın terakkisi için ikinci bir merdivendir, bu merdiveni kullanan adam arş-ı kemalâta ulaşabilir.
Üçüncüsü, sabırların en çetini, musibetlere karşı sabırdır. Yani Allah’ın insanın başına verdiği şeylere karşı onun sabretmesidir.
Dördüncüsü, dünyanın ziynet ve depdebesine ve nefsi gıcıklayan müştehiyata sabırdır ki, amudî kahramanlık yoludur.
Beşincisi, maddî-mânevî füyûzat hislerine karşı sabırdır ki, sadece kâmil insanlara müyesserdir.
Soruda, “Sabır istemek bir bakıma belâ istemek gibi midir?” deniyordu. Sadece sabır belâya karşı olursa doğrudur. Belâ gelmeden sabır isteme, belâ isteme mânâsına geldiğini ehl-i tahkik söylüyor. Fakat burada dikkatimizden kaçan ayrı bir husus var, o da, başta izah edildiği gibi sabrın sadece belâlara karşı münhasır bulunmadığı keyfiyetidir. Bu itibarla, mâsiyete karşı olanın dışında: “Allahım! İbadet ü taatte bana sabır ver, caydırma! Allahım! Mâsiyete karşı sabır ver, ruhlarımıza ibadet ü taati şirin ve mâsiyeti çirkin göster!” demeliyiz.. ve böyle demenin belâ istemekle alâkası yoktur.
Bu mânâlar mahfuzdur ve bunlara karşı Allah’tan sabır istememizde hiçbir sakınca yok.. ama bir kısım belâlar endişesiyle sarsılıp, “Allahım! Belâlara karşı bize sabır ver!” demeye gelince, bu, ehl-i tahkikin beyanına göre belâya davetiye çıkarma demektir. İşte bu nokta-i nazarı mülâhazaya alarak, belâlara karşı, belâ gelmeden -ki gelmesin Allah’ın inayet ve keremiyle- Allah’tan sabır istemeyi muvafık görmüyorlar.
Meknûz: Saklı.
Merhametkâni: Merhamet kaynağı.
Perverdigâr: Kendinden çok başkalarını düşünen.
Rikkat: İncelik.
Mâsiyet: Günah.
Müştehiyat: Nefsin arzuladığı haramlar.
Amudî: Dikey. Kısa sürede ve çok hızlı ulaşılan şey.
Füyûzat: İlâhî feyizler, ihsanlar, lütuflar.
Ehl-i tahkik: Gerçeği araştırıp, delillere dayanarak bir sonuca ulaşan büyük ilim adamları.


1 Buhârî, rikak 18; Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 216-218, salâtü’l-münâfikîn 78. 2 Müslim, müsafirîn 297, 298. 3 Buhârî, teravih 1; Müslim, müsafirîn 125; Tirmizî, salât 208; Nesâî, kıyamü’l-leyl 36. 4 Buhârî, ezan 65; Müslim, salât 191. 5 Buhârî, teravih 1; Müslim, müsafirîn 125; Tirmizî, salât 208; Nesâî, kıyamü’l-leyl 36. 6 İnşirah sûresi, 94/3.