Kitap:Asrın Getirdiği Tereddütler 4
Fuhşun zararları anlatılmayacak kadar çoktur. Fuhuş, bir insanın gayri meşru zevk ve lezzetlere kendisini kaptırması demektir. Yoksa insanın meşru dairedeki dünyevî zevklerden istifadesi fuhuş değildir. Evet, “Meşru dairedeki lezzetler keyfe kâfidir, harama girmeye ihtiyaç yoktur.”
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için “Ne fuhşa dair bir söz söyledi, (peygamberliğinden önce bile) ne de fuhşun semtine sokuldu.” denilmektedir. Haddizatında O bir peygamber olarak kendisinde ismet sıfatı vardı. İsmet, günaha girmeme, harama bakmama ve harama meyletmemedir. Eğer Efendimiz’de (sallallâhu aleyhi ve sellem), bunlardan bir tanesi bir kerecik tezahür etseydi, O’nu her fırsatta çürütmeyi plânlayan hasımları bunu çok iyi değerlendirecek ve serrişte edeceklerdi. O’na sihirbaz, şair, kâhin, yetim, fakir diyenler, şunu yapmak bunu yapmak istiyor diyenler, bunu demediler, diyemediler, diyemezlerdi de; çünkü bu iftiralarını kimse tasdik etmeyecekti. İffetiyle yaşamıştı. Ağzından böyle bir şey sâdır olmamış ve kulağına bu sözlerden bir tanesi girmemişti. Hatta o galiz söze bile, reaksiyon gösteriyordu. Bir seferinde Yahudiler gelip “Size ölüm!” mânâsına “es-Sâmu aleyküm” demişlerdi. Âişe Validemiz, “es-Sâmu aleyküm - Size ölüm!” dediklerini anladığı için onlara “Ve aleyküm sâm” karşılığını vermişti. Efendimiz ise, gayet kibarca ve kendisine yakışır şekilde, “Ve aleyküm - Sizin üzerinize de olsun!” diyordu. Sonra da “Ya Âişe sert olma, haşin olma!” diye ona tenbihte bulunuyordu. Hz. Âişe: “Görmedin mi yâ Resûlallah! Sana ne dediler?” deyince de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ben de onlara ‘sizin de üzerinize olsun!’ dedim.” cevabını veriyor, fakat kötü lâfı ağzına almıyordu. Diyebiliriz ki, kötü söz Efendimiz’in ağzına misafir olarak dahi girmemiş ve kafasından geçmemiştir.
Nasıl geçer ki kendisi şöyle buyuruyor: إِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَاحِشَ الْبَذِيءَ “Uluorta ve sağda solda uygunsuz uygunsuz laf eden, fuhşa ait şeyler söyleyen ve sevimsiz kelimeler sarf eden kimseyi Allah sevmez.”1
Maalesef fuhuş günümüzde çok revaçtadır. Hâlbuki fuhuş her yönüyle, her hâliyle, her ünitesiyle, her müessesesiyle şeytana hizmet eder. Fuhşa karşı İslâm’ın ortaya koyduğu bir kısım düsturlar ve esaslar vardır. İnanan insanlar bu düsturlara başvurdukları sürece, fuhuş girdabına kapılmayacak, fuhuş seylaplarıyla sürüklenip yok olmayacaklardır. Ama İslâm’ın esasat ve düsturlarına riayet edilmediği zaman, insanların tıpkı kütükler gibi bu fuhuş seylaplarına kapılıp sürüklenmeleri mukadderdir. Kendimiz dahil, bütün inanmış arkadaşlarımız, kardeşlerimiz hakkında endişe ettiğimiz en mühim mesele, bir gün şeytanın onları bu damarlarından vurmasıdır.
Ehl-i dalâlet ve ehl-i dünya; henüz yollarda emekleyen ve tam oturaklaşmamış bir kısım genç ve safderun Müslümanlara kadın musallat ederek onları baştan çıkarmak için çok ciddî gayretler göstermektedirler. Onlar para ile halledebileceklerini para ile, makamla baştan çıkaracaklarını makamla, ahlâksızlığa sevk etmekle batağa sürükleyeceklerini de onunla baştan çıkarmak için hep gayret içindedirler. (Allah bizleri muhafaza etsin!)
İslâm’ın bu mevzudaki esaslarını şöyle sıralayabiliriz. İslâm, beşere ait her şeyi realite olarak kabul eder. Meselâ beşerde gazap, hırs ve inat gibi duyguların bulunması birer realitedir. Fakat, bunlar yerinde kullanıldığı zaman yümün, bereket ve bir kısım hayırlara vesile olabilirken, aksine kullanılınca insanı şerre sürüklerler. Aynı şekilde İslâm insanın şehvetini de bir realite olarak kabul eder. Çünkü şehvet, insanda şahsî hayatın ve neslin devamı için verilmiş bir avans, bir ilâhî armağandır. İnsan bu avansı kullanıp, değerlendirerek, yeryüzünde Allah’ın halifesi olan Ümmet-i Muhammed’in çoğalmasına vesile olacaktır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Evlenin, çoğalın, ben sizin, çokluğunuzla iftihar ederim.”2 buyuruyorlar. O, iftarı demhanede, bayramı puthanede, orucu meyhanede olan insanların çokluğu ile değil; namazımızı kılan, kıblemize dönen, bizim dediğimiz şeyleri söyleyen ve hakka dilbeste olan kimselerin çokluğuyla iftihar ediyor.
Binaenaleyh bu açıdan gayet rahatlıkla denilebilir ki, insandaki şehvet hissi, mukaddes bir histir; zira bu his sayesinde beşerin en müstesna ve mümtaz kimseleri dünyaya gelmiş ve bizim için vesile-i iftihar olmuşlardır. Efendimiz de bunlardan biridir.
İslâm her meselede olduğu gibi bu meselede de bir ölçü ve denge getirmiştir. Esas olan, insanın günaha girmemesidir. Bunun için de çeşitli vesileler kullanılabilir. Evlenme bunların en başında gelir. İnsan gücü yettiği an evlenmelidir. Evlenmeye imkânı olmayan ise, Allah Resûlü’nün tavsiyesine göre oruç tutmalıdır. Zira oruç günahlara karşı bir kalkandır.3 Ancak oruç da bütün şartları yerine getirilerek tutulmalıdır ki, fuhşa mâni fonksiyonunu yerine getirebilmiş olsun.
Meselâ insan, bütün gün aç durup da akşam vakti tıka basa karnını doyursa, sahurda da yine iftar vaktiyle yarışır gibi yemek yese, bu insan elbetteki oruçtan beklenen neticeyi elde edemeyecektir. Zira oruçtan gaye şehveti kırmaktır. Hâlbuki günde belli kalorinin üstünde alınan gıdalar şehvetin kırılması şöyle dursun, şehvete payanda olmaktadır. Dolayısıyla da böyle yiyip içen bir insanın oruçtan fayda görmesi imkânsızdır.
İnsan normal vakitlerde de yeme ve içmesine dikkat etmelidir. Az yeme, az içme ve az uyuma, değişmeyen İslâmî bir prensiptir. Efendimiz a’zamî midenin üçte birini yemeğe, üçte birinin de suya ayrılmasını tavsiye eder. Geri kalan üçte birlik yerin ise, boş bırakılmasını öğütler. Allah katında en sevimsiz kabın dolu mide olduğu da yine Efendimiz tarafından ifade buyrulmaktadır. Öyle ise oruçta da aynı ölçülere riayet etmek mecburiyetindeyiz.
İstenen ölçülere riayet etmediği hâlde, oruçtan beklenen neticeyi elde edemediğini söyleyen bir insan, oruca iftira ediyor, demektir. Oruç mutlaka faydalıdır ama o insan yalan söylemektedir.
Allah Resûlü’ne birisi gelir, kardeşinin şiddetli bir karın ağrısına tutulduğunu söyler. Allah Resûlü ona bal şerbeti içirmesini tavsiye eder. Adam ertesi gün gelir ve karın ağrısının daha da arttığını söyler. Efendimiz yine aynı tavsiyede bulunur. Üçüncü gün adam aynı şeyleri söyleyince, Allah Resûlü “Allah doğru söylüyor; fakat senin kardeşinin karnı yalan söylüyor.” karşılığını verir.4
Bir hikmet vardır böyle olmasında, bu sözün söylenmesinde. Kim bilir, belki de onun itikat ve düşüncesinde bir bozukluk vardır. Evet, niyetini sağlamlaştırıp, sağlam bir moralle insan zehir bile içse, şifa ve derman olur, ama konsantre olma, tam inanma ve tevekkül gibi hususlar çok önemlidir. Bunun gibi, Efendimiz orucu bizim için bir kalkan, sütre ve fenalıklara karşı da bir koruyucu olarak görüyorlar da, biz bu mevzuda tam frenlenemiyorsak, yalan söyleyen biziz. Allah Resûlü ise her zaman doğru söylemektedir.
Bununla beraber bazı kimseler hususî mahiyette yaratıldıkları için beşerî garîzaları çok yüksektir. Böylelerinin, onları cinnete sevk edecek kadar şiddetli evlenme arzuları olabilir. İhtimal ki, oruç onları tam frenleyemeyecektir. Bu türlü kimseler, fakir ve geçim sıkıntısı içinde de olsalar derhal evlendirilmeli ve günahlara girmelerine meydan verilmemelidir.
İslâm, bir taraftan gence oruç tut veya evlen derken, diğer taraftan da beşinci kol faaliyetleri adına toplumu kemiren hastalıklara karşı ciddî vaziyet alıyor, bunların hepsini yasaklıyor ve bunlara karşı müeyyideler koyuyor. Hem o kadar yasaklıyor ki, şayet bir yerde bir genç, başkalarının baştan çıkmasına sebep teşkil ediyorsa, bulunduğu yerden fitne olmayacağı bir başka yerde ikameti yeğleniyordu. Meselâ Efendimiz, bir kadını böyle bir meseleden ötürü Medine’den uzaklaştırıyor. Hz. Ömer de (radıyallâhu anh) bir delikanlıya Medine haricini gösteriyordu. Nefyedilen genç soruyor: “Yâ Ömer! Günahım neydi?” Cevap veriyor: “Hiçbir günahın yoktu. Ancak seni cemaatin selâmeti için (sedd-i zerâyi) Medine’den uzaklaştırıyorum.”
Binaenaleyh göze, kulağa ve daha başka uzuvlara seslenen ve tahrik unsuru olan şeylerin hepsinin yok edilmesi lâzımdır ki, fuhuştan da, tefahhuştan da uzak kalmış olalım.
Günümüzün insanı çok ciddî bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır. Efendimiz yer yer bu tehlikeye dikkat çekmiş, “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, kadın fitnesidir.”5 buyurmuştur. Başka bir hadiste, “Ümmetim için kadından daha büyük bir fitne bırakıldığını hatırlamıyorum.”6 demiştir. Kadın fitnesi, pek çok geçmiş milletleri hâk ile yeksan etmiştir. Evet, pek çok eski cemaat ve milletler kadın yüzünden mahv u perişan olmuştur. Roma ve Bizans şehvet ve şehevanî duygular altında kalarak ezildi. O güzelim Endülüs de öyle.. el-Hamra sarayının hamamlarındaki utanç verici resimleri gören hemen herkes bunu kabul eder zannediyorum.
Evet, sanat adına sağa sola çizilen ve şehevanî duyguları ifade eden resimler, ahlâkın o dönemde ne derece sukut ettiğini açıkça göstermektedir. Hâşâ, Allah zalim değildir. Zalimler Allah’ın kılıcıdır, Allah, zalimlerle intikam alır. İşte bu hikmete binaen اَلظَّالِمُ سَيْفُ اللّٰهِ يَنْتَقِمُ بِهِ اللّٰهُ ثُمَّ يُنْتَقَمُ مِنْهُ7 denilmiştir. Allah onların başına zalim Ferdinand’ı musallat ettiği zaman, onlar çoktan şehevanî duygularının altında kalıp ezilmişlerdi. Aynı şekilde Cenâb-ı Hak, daha başka kâfir ve zalimleri bize musallat ettiği zaman da, bazı dindar bölgenin bir kısım insanları oturak âlemleri yapıyor ve gece âlemleri düzenliyorlardı. Hâlbuki bu bölgelerin insanları daha sonra, o güne kadar yaptıklarına göre daha hafif olan serpuşa karşı isyan edeceklerdi. O zaman o oturak ve gece âlemlerinin mânâsı neydi? Niye o ahlâksızlıklara karşı isyan edilmiyordu? İsyan edilmedi ve derken Allah zalimleri musallat etti; böylece yoldan çıkmış kimselere “Hizaya gelin!” mesajını verdi.
Evet, fuhuş, milletleri yerle bir eden korkunç bir hastalıktır. Selçukî’den, Abbasi’den sonra şanlı Osmanlı İmparatorluğu da bu devvar u gaddarın pençesinde can vermiştir. Bundan sonra kimleri hâk ile yeksan edecek şimdilik belli değil. Bugün bir kısım yanlış iddialar var. Eğer bu iddiaların arkasında bir kısım safderun kimselerin iğfali olmasaydı aşağıda ele alacağımız meseleyi ele almayı hiç düşünmüyordum. Onların iddiasına göre, fuhşun önünü almak için erkek ve kadının ihtilatı ve bir arada bulunmaları lâzımmış. Böylece her iki taraf da birbirine alışacak, dolayısıyla da ortada hiçbir tehlike kalmayacaktır.
Onların bu iddiası çok korkunç, çok kuyruklu bir yalandır. Öyle korkunç bir yalandır ki bu yalan gençlerin yüzde 50-60’ını yanlışlığa sevk etmiştir. İlmî araştırmalar ve istatistikler gençlerimizin yüzde 60’ının içki aldığını ortaya koymuştur. İçkinin gençleri yavaş yavaş fuhşa yöneltecek bir şehvet tahrikçisi olduğu da bilinmektedir. Şimdiye kadar kimse cesaret edemedi ama eğer ciddî bir araştırma yapılsa, içimizdeki beşinci kol faaliyetlerini yürüten dış irtibatlı güç odaklarının, gençlerimizi birinci plânda ve ilk hamlede fuhuşla avladıkları apaçık ortaya çıkacaktır.
İçki ve fuhuş, gençlerimizin kanının içine giren bir anemidir. Evet, şehvet avcılığı açığı ve kapalısı ile tıpkı kan kanseri gibidir. Onların bizim odumuzu-ocağımızı söndürmek için ileri sürdükleri bu muhakemesiz ve muvazenesiz iddialar, yani insanların şehvetini tahrik ederek şehvet söndürmeye gidilmesi, deniz suyu ile insanların susuzluğunu giderme teşebbüsü gibi çok ters bir müdahaledir. Çünkü içirdikçe yakacak ve içi yananlarda daha da içme arzusu uyaracaktır. Üstelik İslâmî ölçülere uymayan her türlü çıplaklık, sadece kadına karşı değil, erkeklere karşı da çok kötü arzular uyaracaktır. Vücutları göre göre, müstehcen sözleri duya duya ve hayalinden bir türlü silemediği açık saçık vücutları düşüne düşüne durmadan erkeklik hormonları üreten ve her gün biraz daha şehevanî duyguların baskıları altına giren bir sürü genç, maalesef kanunlarla da yasak edilmediğinden dolayı cinsî sapıklığa doğru sürüklenip gitmekte ve toplumumuzun yüz karası hâline gelmektedir.
Pek çok kötülük gibi bu da bize Avrupa’dan gelmiştir. Avrupa belki soğuk bir memleket olduğu için (gerçi bu meselenin de münakaşası yapılabilir) bizdeki kadar birdenbire salgın bir hastalık olmayabilir; fakat sıcak memleketlere doğru gidildikçe bu mesele çok düşündürücüdür. Ne bir dinde, ne bir kitapta, ne de sıhhatli bir muhakemede yeri olmayan böyle bir iddiayı ilim adamları ileri sürüyorsa, oturup hâlimize ağlamamız icap eder. Mektepte bir öğretmen bunu söylüyorsa, bu milletin ve bu devletin düşmanlarına ve beşinci kol faaliyetlerine yardımcı oluyor demektir. Çünkü kadına karşı zaafı olana, ahlâksızlık davetinde bulunuyorlar. Cemiyeti derdest edip ve onu her gün biraz daha başka emellere hizmet edebilecek hâle getiren beşinci kol faaliyetleri ile, devletçe, milletçe uğraşmamız gerekmektedir. Rabbim, bu millete ve bu milleti idare edenlere basiret ihsan eylesin!
Maalesef günümüzde, gençler, ideolojik saplantılara düşmesin diye bilhassa bu faaliyeti hızlandırdılar. Hâlbuki bilmiyorlar ki, cihanın şarkındaki münafıklar da, gençleri çekmek için -komünizmi ilk defa ilân ettikleri zaman- kadın ve erkekleri müşterek olarak hamamlara doldurdular. Komünist ve anarşistlerin bir silah olarak kullandığı gayri meşru bir yolu denemek suretiyle gençleri onlardan uzaklaştıracaklarını zanneden kimseler, katmerli bir yanlışlık içinde bulunmaktadırlar. Arzu ederiz ki bu yanlış anlayıştan geriye dönsünler.
Müslümanların, şahsî hayatlarında bu meseleye çok dikkat etmeleri gerekir. Çünkü bu haramlar zamanla kalbini istilâ ve işgal ede ede, بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ “Artık kalbleri pas tutmuştur.”8 sırrı zuhur edecek, kalb duymaz ve duygulanmaz hâle gelecektir. Günahlar kalbi kararttıktan sonra bir insanda, İslâmî aşk ve heyecan bulunması mümkün değildir.
Demek oluyor ki, fuhşun önünü almak için iki çare ve vazife vardır. Bunlardan birincisi ferdin kendisine düşmektedir ki, o da evlenmek, oruç tutmak veya başka dinamikleri kullanmak suretiyle fuhşa düşmekten korunmaktır. İkinci çare ise, bütün bir millete ve devlete düşmektedir. O da cemiyeti fuhşa teşvik eden her türlü beşinci kol faaliyetlerini durdurmak ve kurutmaktır. Beşinci kol faaliyeti ki, bir milletin yıkılışına tesir eden en şer bir karanlık güçtür. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de bilhassa bu karanlık güce dikkati çekmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Mü’minler arasında fuhşun yayılmasını arzu edenlere, işte onlara dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.”9
Usûlüne uygun olarak bu karanlık güçlerle mücadele etmek mecburiyetindeyiz. Unutmayalım ki, hem kendimizin hem de milletimizin kurtuluşu buna bağlıdır.
Gayri meşru: Yasak, haram, izin verilmeyen şey.
Meşru: Helâl.
Serrişte etmek: Bahane etmek, dile dolamak.
Galiz: Ağır, kaba.
Dilbeste: Gönülden bağlı, âşık, seven.
Sedd-i zerâyi: Kötülüğe sebep olması muhtemel yolların, vesilelerin engellenmesi.
Tefahhuş: Fuhşa ait sözler söyleme.
Hâk ile yeksan etmek: Yerle bir etmek.
İhtilat: Karışma, beraber olma.